Merhabalar. Bugün, tarihin tozlu sayfalarında kalması herkes için iyi olacağı kadim bir karanlığın derinliklerine yol alacağız. Öyle ki yapayalnız içinde ilerlerken kâbuslarınızın bile misafir edemeyeceği kadar çarpılmış, bozuk gerçekliklerle karşılaşacağız. Lovecraft evrenini seviyorsanız ve onun atmosferine sahip bir oyun arıyorsanız, doğru adrestesiniz. Hayatta kalma- korku klasiklerinden olan Alone in The Dark’ın tozunu üzerinden alıyor; 1900lerin başındaki bu karanlık yolcuğumuzda ışığın sizi, daktilonun tuşlarınınsa beni aydınlatmasını diliyorum ve hikâyemize geçiyoruz.
Resident Evil’ın en büyük ilham kaynağı olan seri
Hem ilk “üç boyutlu hayatta kalma-korku oyunu” olarak hem de Resident Evil serisinin oluşumunda Capcom’ın en çok etkilendiği yapım olarak namını bir hayli duyurmuş Alone in The Dark serisinin yeniden kurgulanmış hâliyle karşınızdayım. Bu bir cilalama ya da yeniden yapım değil, bunun özellikle üstüne basmak isterim. Yapımcılar, serinin izlerini taşıyarak baştan bir hikâye oluşturmuşlar. Hikâye taze, hissiyatıysa nostaljik bir serüven diyebiliriz. Seriden zamanında uzak kalmış birisiyseniz ya da ilk kez haberdar oluyorsanız, bu konuda bir çekinceniz olmasın.
THQ Nordic; Atari SA’den, Alone in The Dark’ın haklarını aldıktan sonra yeni bir oyun yapımına başlamışlar. Yapım süreçlerinde; Resident Evil 2 ve 3’ün yeniden yapımlarının oyun mecrasındaki başarısından etkilenen ekip, sanıyorum ki onların atmosferini kendi oyunlarında da yakalamaya çalışmış. Resident Evil 2’nin yeniden yapımını oldukça seven birisi olarak Alone in The Dark’ı oynadığım süreçte aynı atmosferin esintilerini hissettim. Bu iki serinin yer yer birbirlerine ilham kaynağı olmaları bence çok hoş bir etkileşim şekli olmuş.
Korku türünde nam salmış, kaliteli bir kadro ve iyi oyuncu seçimi
Hikâye, daha önce Amnesia: The Dark Descent ve Soma’nın yazarlığını yapan Mikael Hedberg tarafından yazılırken; görsel sanat kısmını en çok Guillermo del Toro’nun yapımlarıyla bilinen Guy Davis üstlenmiş. Korku camiasında ses getirmiş işlerde parmakları dokunan ekibe bir de oyunumuzun ana kahramanlarına can vermeyi üstlenen oyuncuları ekleyelim:
Killing Eve dizisiyle öne çıkan Jodie Comer, Emily Hartwood’u; Stranger Things dizisiyle öne çıkan David Harbour’sa Edward Carnby’ı canlandırıyor. İkisinin de birbirinden güzel oyunculuğu; sinematik kısımları haricinde, yalnızca sesleriyle bile sizi oyunun içine çekmeye yetecek ve artacak.
Lovecraft evrenine bol okumalı, derin bir yolculuk
Anlayacağınız üzere; bu oyun size daha çok sanat ağırlıklı, sinematik yönden zengin bir deneyim vadediyor. Lovecraft evrenini seven birisiyseniz atmosferine, hikâyesine ve geçen her bir anın getirdiği gizeme çekilmeniz kaçınılmaz. Psikolojik korku ve hayatta kalma türü, gerilim içerisinde belli bir seviyede sizi aksiyona da davet ediyor. Keza; bol metin okumalı bir oyun olması sebebiyle, Türkçe dil desteği getirmeyi düşünmedikleri için, belli düzeyde İngilizcenizin olması şart. Hikâye; size sinematikler ve oyunun gidişatından belli bir düzeyde yansıtılsa da asıl gizem, kâğıtlarda saklı. Gerçekten hikâyenin içine girmek istiyorsanız; çok acele etmeden, keyif alarak ilerlemekte fayda var. Vakitten bahsetmişken, yavaştan vakamızın derinliklerine yol alma zamanımız geldi de çattı. Gelin, araştırmamıza başlayalım:
1900lerin başı. Emily Hartwood’un eline ulaşan bir mektup sebebiyle; amcası Jeremy Hartwood’un kaldığı bakımevinde, işlerin pek de yolunda gitmediğini öğreniyoruz. Özel dedektif Edward Carnby ile vakit kaybetmeden Derceto Malikânesi’ne geldiğimizdeyse işlerin beklediğimizden çok daha karmaşık ve karanlık olduğuyla yüzleşiyoruz. Emily’nin amcası bir deli mi, yoksa oradaki aklı başındaki tek insan o olabilir mi? Öyleyse bile, Jeremy nerede? Malikâne içinde, bazense dışında, tam anlamıyla köşe bucak onu ararken karakterlerimizin bu yolculukta başlarına geleceğini tahmin bile etmediği şeylere tanıklık ediyoruz. Genellemesi benden, detaylandırması sizden olsun. İncelemelerimde hikâye kısmına çok değinmek istemediğimi hep belirtiyorum. O nedenle yazımın devamında da tecrübe zevkinizi baltalamadan, açıklama için gerektiğince yer vermekle yetineceğim. Fakat tılsım sisteminin oyun içerisine hem mekanik hem de hikâye açısından yediriliş şeklinin hoşuma gittiğine değinmem şart.
İsteyene nostaljik, isteyene modern bir oynanış sunuyor
Oyun, modern ve eski tarz şeklinde; size daha oyuncu dostu ya da araştırmaya teşvik edici olarak iki seçenekle karşımıza çıkıyor. Dilediğiniz zaman değiştirebileceğiniz bu özellik; etraftaki etkileşime girebileceğiniz eşyaların belirtilmesi, haritada kolaylıkla görebileceğiniz bilgiler ve metinlerdeki önemli yerlerin parlaması gibi avantajları kapsıyor. Kimisini açıp kimisini kapatmak da tamamen size kalmış. Şahsen, metinlerdeki önemli yerlerin parlamasını açtığınız zaman bile yazıları okumamazlık yapmamanızı tavsiye ederim. Hikâyesi, dizi ya da kitap olduğu takdirde birazcık cilalanırsa korku türünde ağzımdan düşüremeyeceğim yapımlardan olması için yeterli. Bazı metinler, hikâyeyi beslese de sinematik bir karşılığı olmadığından dolayı filizlendirme kısmı kitap gibi yine hayal gücünüze kalıyor.
E, tabii ki de, oyun bundan ibaret değil. Biraz aksiyon da var. Nihayetinde, hayatta kalma- korku türünde olduğunu söylemiştik. Yapımcılar, oyuncu deneyimini baltalamamak için orta yolu bulmuşlar ve bize üç zorlukla gelmişler: Basit, standart ve zor. Hikâyeyi deneyimlemek istiyor fakat aksiyon kısmına pek girişmek istemiyorsanız, basit; oyunun asıl yapım düzeyini merak ediyorsanız, standart ve kendinizi biraz daha mücadele içine sokmak istiyorsanız da zor versiyonunu seçebilirsiniz. Zorluk, aynı zamanda oyun sürenizde büyük bir değişkenlik sağlayacaktır.
İdeal tecrübe için iki katı oynanış zamanı
Bunu sorduğunuzu duyar gibiyim: “Oyun ne kadar sürüyor?” Yapımcılar 9 demiş, ben size 18 diyeyim. Bu oyunu doğru dürüst deneyimlemek istiyorsanız, 18 saat şart. Neden mi? Hemen anlatayım: Malikâneye vardığımızda, oyun bizden karakter seçimi yapmamızı istiyor. Emily ya da Edward’ı seçiyor ve yolumuzda ilerliyoruz. Evet, temelde gidişat aynı gibi gözükebilir fakat farklılıklar var. Detaya girdikçe düşündüğünüzden bile büyük farkların ortaya çıktığını göreceksiniz. Diyaloglar, sinematik farklılıklar, karakterlerin tepkileri… derken ortam; hatta gidişat bile değişkenlik gösterebiliyor. Yani, ideal bir deneyim için iki karakteri de oynamış olmanız şart. Elbette ki bu, oyunu iki farklı gözden tecrübeleme ve farklı bir deneyim oluşturma amacıyla yapılmış bir mekanik. Bunu teşvik etmek için de oyun içerisinde topladığımız koleksiyon parçaları mevcut. Kimisi sadece hikâyede derinlik sağlamakla sınırlı kalırken kimisi bize yeni silah açıyor, kimisiyse görevlerimizi şekillendiriyor.
İşte, tam olarak bu noktada; görevlerimizin şekillenmesiyle birlikte, zaten diyalog ve sinematiklerde olan farklılıklar daha da artış gösteriyor ve açılabileceğini dahi bilmediğimiz kapılar açılıyor. Bu oyunu tek karakterle oynayıp tam olarak tecrübelediğinizi lütfen söylemeyin. Bir oyuncu olarak almak istediğime değil, daima oyunun bana ne vermek istediğine bakarım. Bu nedenle de zaten kolay kolay bir oyunda hayal kırıklığı yaşamıyorum. Bu oyun; en az iki, belki de üç defa oynanması üzerine inşa edildiği için sizden tam oyun fiyatı bekliyor. Buna dikkat edin lütfen.
Orijinal seriyi tecrübeleme fırsatım olmadı fakat yapımcıların dediği kadarıyla klasik seriden küçük esintiler bulmamız mümkünmüş. Retro oyunların birçoğunun artık satışı olmuyor, biliyorsunuz. Alone in The Dark’ın orijinal serisinin Steam’de olduğunu bu incelemeyi yazmaya başlayana kadar bilmiyordum. Aklınızda bulunması için bunu da araya not düşmüş olayım, retro oyunları seviyorsanız onlara da bir dönüp bakabilirsiniz. Eğer ilgileniyorsanız bu tarz retro oyunlarını daha çok GOG’ta bulabilirsiniz. Alone in The Dark serisinin satışları orada da bulunmakta.
Bilgisayardan oynayacaklara müjde: Optimizasyon sorunu, klavye ve farede söz konusu değil
Unreal Engine 4 ile yapılan bu oyunu; Playstation 5, Windows ve Xbox Series X ile S’te oynamanız mümkün. Oyunun, oyun koluyla oynanması tavsiye ediliyor fakat tabii ki de bilgisayardan oynayan insanların önceliği bu olmayacaktır. O nedenle, sizler için klavye ve fare kullanarak deneyimledim. Oyun kolunda tuşlara farklı atama yapamıyorsunuz ama klavyedeki yerleri hoşunuza gitmezse keyfinizce değişiklik yapabiliyorsunuz. Oyun zevkimi baltalayacak bir aksaklık, kontrollerde bozukluk gibi büyük bir sorun yaşamadım. Optimizasyonla ilgili birtakım şeylere denk geldiğim oldu ama büyütülecek kadar belirgin olduğunu düşünmüyorum. Aşağıda daha detaylıca onlara yer vereceğim. Yine de oyunu almadan önce genel yapısı size uyuyor mu, emin olamıyorsanız; kısa bir deneme sürümü gibi sunulan “Grace in The Dark: Prologue”a da bakabilirsiniz. Oyunun atmosferi ve oynanışı hakkında, aksiyon kısmı hariç, aklınızda fikir oluşması için yeterli olacaktır.
Basit aksiyona basit çözümler: Bol kaçmalı, fırlatmalı bir yolculuk
Aksiyon dedik dedik ama bir türlü ona sıra gelmedi, değil mi? Meraklandığınızı biliyorum. Daha fazla sizi bekletmeden ona da değineyim. Oyunun hayatta kalma kısmının öne çıktığı durum, cephane kıtlığında ışık buluyor. Zorluklara göre bu durum azalabilir ya da çoğalabilir. On adet kayıt alanımızın bulunması biraz da bu deneme-yanılma yöntemi eşliğinde keyfimizin bozulmadan ilerlememiz için yapılmış diyebiliriz. Diyelim ki cephanemiz bitti, tek şansımız kaçmak mı? Hayır tabii ki de. Oyun -hikâye gereği olan anlar hariç- sizi gizlenme, dövüşme ve kaçmaya açık bırakıyor. Diyelim ki savaşmaya karar verdiniz, sizden yana olan tek şey silahlarınız değil. Etrafta bulabildiğiniz türlü türlü yakın dövüş aletleriniz olacak. Aletleri gereğinden fazla bulmanızın en önemli kısmıysa bunların kırılabilir olduğu. O nedenle bir şeylere vururken dikkat etmekte fayda var. Ee, o da bitince ne olacak? O zaman etrafa yerleştirilmiş tuğla, şişe gibi şeyler arayacağız. Oyunun neredeyse her yerinde bulunan, atılabilir bu malzemeler; sizin en büyük dostlarınızdan olacak. Diğer bir en büyük dostunuzsa, kesinlikle karakterinizle yaptığınız atılım eylemi. Bütün düşman vuruşlarınızdan sizi korumakta birebirler.
Bu oyunda kendimiz bir şeyler oluşturamıyoruz, yalnızca bulduğumuzu kullanabiliyoruz. O nedenle etraftan bulduğunuz can doldurucu şişelerimizi de dikkatli kullanmakta fayda var. Oyun gerektiği vakitlerde bizi ödüllendirmekten kaçınmıyor ama düşmanların nereden ve ne zaman geleceği de belli olmuyor. Bu konudaki tek artınız; oyunun düşmanlar açısından, en azından standart seviyede, size pek de acımasız davranmaması olacaktır. Düşmanlara hareket ederek saldırdığınız takdirde yaralanmanız pek olası değil. Karakterler hantal değil fakat düşmanlar genel olarak öyle. Sizin uzak menzil silahınız var, onlarınsa yalnızca uzuvları var. Her türlü avantajlı olan biziz. Fazla aksiyon oyunlarıyla haşır neşir olmayan kişilerin de zorlanacağını düşünmüyorum.
Oyuncuların mottosu: Farklı düşünün, çabuk sıvışın
Zorluktan bahsetmişken olmazsa olmaz bulmacalara değinmek için bence çok bile geç kaldım. Bence bulmacalar konusunda bir çekinceniz olmasın. Bulmaca yapıları basit fakat oyuncuyu farklı düşünmeye iter şekilde dizayn edilmişler. Haritamızın olduğu alanlarda, oyuncu dostu özelliği açtıysanız, o bulmacanın o an çözülebilir olup olmadığını görmeniz mümkün. Fakat bazı bölgelerde haritamız aktif olmayabiliyor. Öyle vakitlerde de genel olarak bulmacanın o oda ya da bulunduğunuz dört duvarlı bölge için geçerli olduğunu unutmayın. Malikâne hariç her yer çizgisel yapıda, geriye dönerek bulacağınız bir şey olmayacaktır. Bir bulmacada basit fakat farklı düşünemediğim için saatlerimi verdiğimden dolayı size bunu söylemek istedim. Şayet zaten başka bir yere yönlendirme varsa da karakter o esnada size bunu illaki dillendiriyor.
Görsellik, ses kalitesi, biraz daha nostalji ve ekstraları
Asıl serinin sıkı bir hayranıydınız ve bu oyunda da birazcık nostaljik bir hava mı görmek istiyorsunuz? O zaman bu özelliğe kesinlikle bayılacaksınız: Oyunun “ekstralar” bölümünde, karakter kostümü ve görsel efekt kısmı bulunmakta. Karakterlerinizi orijinal serideki hâllerine büründürebildiğiniz gibi etrafı da piksel hâle getirebiliyorsunuz. Üstelik; oyun, kamera açınızı değiştirebilme imkanı verdiği için bu hisse iyice kapılmanızı sağlayabiliyor. Şunu da eklemem gerek: Oyunun bir yerinde özel olarak orijinal oyundaki gibi kamerayı sabit yapmışlar. Merak etmeyin, o sizin yanlışlıkla açtığınız bir özellikten kaynaklanmıyor. Belli bir kısmı orijinale sadık yapmaları, nostaljik tecrübeyi daha hissedilir yapmış. O esnada piksel dediğim efekti kullanırsanız hele tam bir nostaljik hava olacaktır. Fakat piksel olması çok göz yorar derseniz farklı çeşitlerde efektler de bulunmakta. Mesela; sepya efekti, oyuna eski korku filmi havası katıyor. Gerçi bana kalırsa bunlara gerek bile kalmadan oyunun kendi hâli, yeterince bir görsel şölen niteliğinde. Oynanıştan ziyade görselliğe önem verenleri de tatmin edebilecek seviyede dikkat edilmiş.
Görsel şölen, bilgisayarınızı kastıracak büyük bir sorun olacak gibi düşünmeyin. Artık yeni çıkan oyunlarda sık sık görmeye başladığımız FSR ve DLSS desteği bunda da var. Sinematikteki mimikler yerli yerinde, can sıkıcı boyutta donuk ya da abartılı bir ifade kesinlikle yok. Oyuncuların seslendirme kalitesinden zaten yukarıda bahsetmiştim. Müzik ve yaratık seslerinin de atmosfere son derece uyumlu, kaliteli olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Oyun süresince hangi ortamda olduysam o kadar oyunun içinde hissettim kendimi. Hatta öyle ki oyunun tek oynanışı 9 değil de 18 saat olsaymış, yine sıkılmazmışım. O kadar kolayca içine çekiliverdim.
Söylemesi bizden, değerlendirmesi sizden: “Ufak tefek hatalar”
Oyunu, çıkmadan önce tecrübeleme şansı bulduğum için benim denk geldiğim fakat sizin denk gelmeyebileceğiniz sorunlar olabilir. Ben yine de belirtmiş olmak için size dillendirme ihtiyacı hissediyorum, biliyorsunuz. Bu sorunların bilgisayarda oynarken olduğunu unutmayın, başka bir platformda tecrübelemedim. Öyleyse, karşılaştığım hatalara geçelim:
Oyun bir kez, sinematik esnasında çöktü. Fakat ani durumlara oldukça elverişli yapıdaki oyunun, oyuncu zevkini baltalayabilecek hataları önleme çözümü tam burada yardıma koşuyor: Sık alınan otomatik kayıtlar. Çöktüğü yerden hemen önce kayıt alması, benim açımdan büyük bir zaman kazancı sağladı. Yine de siz daima elle kayıt işlemine güvenin. Hangi oyun olursa olsun düşüncem budur. Tembihleyebileceğim diğer bir şeyse, ilk güncellemelerle düzeltilebilir, nesnelere çok yaklaşmamanız gerektiği olacak. Bazen karakterimiz, nesneleri zemin gibi algılayarak otomatik üstüne çıkıverebiliyor. Ve ne yazık ki bu durum gerçekleştiğinde, oradan inemiyorsunuz. Birkaç kere bu sebepten otomatik alınan son kayda geri gitmek zorunda kaldığım oldu. Başka bir durum ise sinematiklerle ilgili: Sinematikleri muhtemelen Suicide Squad yazımda belirttiğim gibi modellemelerin anlık hareket ettirilerek kamera takibiyle oyun alanı içerisinde oluşturuyorlar çünkü sinematikler başlamadan hemen önce birkaç kez fiziği bozulan kıyafetler ve belirişlerine tanık olduğum karakter modelleri oldu. Tabii, bunlar gerçekten saniyelik bir olay olarak gerçekleşiyor. Şahsen benim takılmayacağım fakat bazılarınızın rahatsız olabileceğinden emin olduğum etkenlerdendi. Yine de siz bir bakın, belki sık rastlanan durumlar değildir ya da dediğim gibi çözümünü ilk günlerden hâlledebilirler. Ona göre karar verirsiniz. Son bir şeyse; etkileşime girdiğimiz sayfalı eşyalarda, ileri-geri gitmek için ok tuşlarını kullanmamız gerekirken başta tuşları algılatmada güçlük çektiğim birkaç kez oldu. Onun çözümünü tam anlamadım: Ya birkaç saniye geçince kendi toparlıyor ya da ben hızlı hızlı tıklayıp oynatmaya çalıştığım için oyun kendine geliyor. Siz gerekirse iki dediğimi de denersiniz. Zaten pek vakit alan bir durum değil.
Oyun menüsü sade, bence tam yerinde bir tema kullanılmış. Yalnız, “kontroller” kısmı arada tutukluk yapıyor. Tıklamak istediğinizde tıklayamayabiliyorsunuz. Zaten klavyeye atadıkları tuşlar gayet yerinde ve basit olduğu için sonrasında kontrol etme gereği duymadım. Ben oyun zevkinizi baltalayacak bir probleme denk geleceğinizi zannetmiyorum fakat içinizin rahat etmesi için birkaç tane daha farklı deneyime kulak vermeniz en iyisi olacaktır.
Son Söz:
Orijinal serinin sevdalılarının, psikolojik korku ve hayatta kalma oyunlarını sevenlerin ve Lovecraft hayranlarının bayılacağı bir yapım. Sürükleyiciliği sebebiyle göz açıp kapayıncaya kadar geçen yaklaşık 9 saatlik oynanış, oyunun sırlarını tamamlamanız için sizi yine yaklaşık 9 saat süren bir maceraya kapılarını açıyor. Yormayan dövüş sekansları ve bulmacaları; sizi görsel ve işitsel şölenle karşılarken, oyuncuların harika seslendirmeleri size eşlik ediyor.