Korku oyunlarından başka bir şey geliştirmeyen ve insanların adrenalin seviyesiyle oynamaya bayılan Frictional Games’in yeni oyunu Amnesia: The Bunker incelemesine hoş geldiniz. Korkunun yeni bir seviyeye çıkıp serinin geliştirici stüdyonun ellerinde yeni mekaniklere kavuştuğu oyun, tırsmak isteyenlere kapılarını araladı. Şu anda hem Steam’de hem de Xbox Game Pass abonelik hizmetinde oyunu bulabilir, oynayabilir ve korkunun zirvelerinde dolaşabilirsiniz. Fakat beklentilerinizi karşılayacak mı? İşte bu sorunun yanıtını birlikte veriyoruz.
Amnesia: The Bunker yeni bir soluk olmuş ama devrimsel bir şey beklememek lazım
Amnesia serisi oldum olası gerginliğin yüksek olduğu ve yer yer doruk noktalarına ulaştığı inişli çıkışlı bir duygusal grafiğe sahip oyunlarla karşımıza çıkmıştı. Şimdi ise Frictional Games adeta oyunu sadece çelikten sinirleri olan ve hiçbir şeyden korkmayan insanlar için yapmış gibi görünüyor. Temayı da daldan dala atlar gibi bir anda İkinci Dünya Harbi’ne getirmeleri ise aslında yelpazelerinin ne kadar geniş olduğunu gösteriyor.
Amnesia: The Bunker, adından da anlaşılacağı üzere İkinci Dünya Savaşı’nda bir bunker’da -sığınakta- geçiyor. Yeraltına inşa edilmiş ve askeri emeller uğruna yapılmış olan bu mekanda işler ters gitmiş ve içerisi adeta vahşetle kaplanmış durumda. Biz de bir Fransız askeri -Henri Clemént- olarak aksiyon FPS oyunları gibi bir açılış sekansından sonra kendimizi buraya getirilmiş halde buluyoruz.
Açılış sekansına aksiyon FPS benzetmesi yapmam sizi şaşırtmış olabilir ancak gerçekten oyun bu tür bir yapımmış gibi başlıyor. Elinizde silahla siperden sipere koşuyor ve bu sırada düşman ateşinden ve bombalardan kaçmaya çalışıyoruz.
Gözümüzü açtığımızda bir koğuşta, içeride normal şekilde nefes alıp veren tek kişi olarak kendimizi buluyoruz. Biraz ilerleyip öğreticileri de görmeye başladıktan sonra ise oyun bizi tamamen kendi halimize bırakıyor. “Al sana bir sığınak, ne yaparsan yap” diyor. Bu kadar açıklayıcı olmayışı da sizi istemeye istemeye de olsa korktuğunuz yerlere girip çıkmaya ve ortalığı keşfetmeye zorluyor. Ne yapacağınızı ise etrafta bulduğunuz notlardan, ucundan kıyısından edindiğiniz ipuçları ile kendiniz belirliyorsunuz.
Bu sefer düşman gibi düşman oluyorsunuz
Her korku oyununda korkutan ve korkan birbirinin düşmanı olarak görülse de Amnesia: The Bunker’da siz de baş belası bir düşmana dönüşüyorsunuz. Oyunun başında “itin elinden öleceğime kurdun elinden öleyim” diyerek size silahını veren yaralı bir askerin verdiği babadan kalma altıpatlar ve etraftaki patlatılabilir variller sayesinde gerek aşmanız gereken engellerle gerekse karşılaştığınız korkunç yaratıklarla mücadele etme imkanımız oluyor. Tabii oyun silah verdi diye her şey daha az korkunç ya da daha az tehlikeli olmuyor. Frictional Games, ödül verdiği gibi ceza vermesini de iyi biliyor.
Hemen hemen her Amnesia oyununda olduğu gibi fizik etkileşimleri yine ön plana çıkıyor ve taş fırlatarak, bir sandığı kenara çekerek ya da havalandırma kapağını sökerek kendi yolunuzu kendiniz açıyorsunuz. Tabii patlayıcı variller de kapıları kırmak gibi işe yarar niteliklere sahip olduğundan bu da bir seçenek. Ancak içeride pek görünmemeniz ve varlığınızı hissettirmemeniz gereken ana düşman seslere karşı aşırı bir hassasiyete sahip.
Modelleme ve detay seviyesi oldukça hoş
Amnesia: Rebirth oynarken de fark etmiştim ki Frictional Games, oyuncu her ne kadar sırtını dönüp kaçsa bile kaçtığı şeyi modellerken detaylara dikkat ediyor. Sizin için kendimi feda ederek düşmanın üstüne koştum ve yaratığın modelini inceleme şansım oldu. Gayet detaylı modellenmiş ve animasyonları çok güzel yapılmış. Bence korku oyunlarında önemli unsurlardan bir tanesi de korktuğumuz şeyin detay seviyesi ve gerçekten korkup korkmamaya değmesidir. Maalesef elim ayağıma dolaştığı için ekran görüntüsü alamadım fakat internetten size fikir vermesi adına aşağıdaki görseli buldum.
Oynanışı temel birkaç mekanik üzerine inşa etmişler
Yazının önceki kısımlarında da bahsettiğim gibi hem çevre etkileşimleri zengin hem de fizik nesneleri gayet iyi tasarlanmış. Öte yandan karanlığa bayılan yaratıktan uzakta, daha az gergin bir deneyim isteyen oyuncular da düşünülmüş. Tünellerde yer alan jeneratöre yakıt doldurup deposunun sürekli dolu kalmasını sağladığınız takdirde tünelin genel aydınlatmalarını çalıştırma şansınız da bulunuyor. Bu sayede etrafta gezerken elinizdeki küçük fenerin insafına kalmıyorsunuz. Tabi geliştirici ekip demoda yaptıkları gibi yakıt konusunda cömert davranmamışlar, bu nedenle karanlıktan isteseniz de bir süre sonra kaçamıyorsunuz. Hele ki siz yakıt var diye düşünüp ilerlerken bir anda ışıklar sönerken kalp ritminiz sosyal medyadaki meşhur “dımbıllan dayının” diline dönüşüveriyor.
Grafikler fena değil, atmosfer akıllara zarar
Sığınak atmosferi oyunda çok güzel işlenmiş ve sizi sürekli sıkışmış gibi hissettiriyor. Gerilimin dozunu peşinizden gelen The Beast ile birlikte artıran çoğunlukla karanlık bir atmosfer söz konusu. Bununla birlikte Frictional Games’in kendi oyun motoru olan HPL 3 Engine ile geliştirilen oyun grafiklerde çığır açmasa da kullanılan doku çözünürlükleri, parçacık efektleri ve gölgelendirmeler Unreal Engine 5’in çok da gerisinde kalmış diyemeyiz. Tabii FPS kilidi 60 ve ışın izleme gibi detaylar eksik olunca teknik açıdan beklentileri yüksek olan oyuncuları biraz üzebilir. Kendi adıma en azından daha yüksek kare hızlarında ve ışın izletmeli aydınlatmalarda oynayabilme seçeneğine sahip olsam daha da keyif alabileceğimi düşündüm.
Yakın zamanda çıkacak olan ve pazar rakibi olan Layers of Fear ile karşılaştırdığımızda görsel kalitenin biraz düşük kaldığını söylemek mümkün fakat ikisi birbirinden farklı kulvarlarda yarışan oyunlar oldukları için böyle bir karşılaştırma sadece görsellik anlamında yapılabilir.
Performans konusunda da öyle can sıkıcı bir detay ile karşılaşmadım. Oyunun FPS sınırı olan 60’tan çok nadir durumlarda 59-58’e inen FPS değerleri oynanışın akıcılığına hiçbir zarar vermedi. Tabii sistemimin minimumun ve hatta önerilenin de hayli üstünde olmasının bunda katkısı olduğunu düşünüyorum. Yine de siz indirmeden önce sistem gereksinimlerini mutlaka kontrol edin.
Sesler rehberiniz ve aynı zamanda kâbusunuz oluyor
Oyunda fazla gürültü çıkarttığınızda yaratığın nereden doğru size geldiğini sesler sayesinde anlıyorsunuz. Sığınağın çeşitli yerlerinde girip çıktığı delikler açmış ve eğer fazla gürültü yaparsanız o deliklerden birinden çıkarak ziyaretinize geliyor.
Aynı zamanda oyunda fırlattığımız fizik nesnelerinin de seslerine özenilmiş. Şöyle geriye çekilip baktığımda özellikle ses mühendisliği anlamında oldukça başarılı bir oyun ile karşı karşıya olduğumu fark ettim. Hele ki iyi bir kulaklığınız varsa muhtemelen oyun sizi tir tir titretecek diyebilirim.
Uzun lafın kısası
Velhasıl kelam Amnesia: The Bunker seriye yeni bir dokunuş yapan güzel bir korku oyunu olmuş. Klasik dokusunu bozmadan getirdiği yeniliklerle sizi ekran karşısında titretecek bir korku oyunu ile karşı karşıyasınız. Türü seven tek oyunculu oyun tutkunlarına ve biraz da korktuğum şeyle savaşabileyim diyen herkese rahatlıkla tavsiye edebilirim. Xbox Game Pass’e ilk günden gelmesiyle erişilebilirliği Türk oyuncular açısından nispeten daha kolay bir oyun aynı zamanda.
Amnesia: The Bunker incelemesinden size aktaracaklarım şimdilik bu kadardı. Bir başka incelemede daha görüşmek dileğiyle, sevgi ve oyun ile kalın. Aynı zamanda grafiklere bakmam diyorsanız sizin için hazırladığımız en iyi piksel korku oyunları listemizi de okuyabilirsiniz.