Cyberpunk 2077’nin yeni DLC’si Phantom Liberty geldi çattı. Biz de CD Projekt Red’in bu yeni kapsamlı ek paketini önden deneyimleme fırsatı bulduk ve inceledik.
Cyberpunk 2077’nin başına tekrardan oturuyor olmak bana birazcık eski günleri hatırlattı.
Cyberpunk 2077… İsmini anıyor olmak bile içimi tuhaf bir his ile kaplıyor. Hatırlarsınız ya, bir zamanlar tüm oyun sektörünü kasıp kavuran, oyun dünyasının gelmiş geçmiş en çok beklenen oyunu hâline gelen yapım. Oyuna olan beklenti o kadar yüksekti ki kendisini ve bekleyen milyonlarca hayranı bu beklenti altında ezerek arkasında büyük bir hasar bırakmıştı. İşte o çok bekleyen kişilerden bir tanesi de bendim. Cyberpunk 2077’yi ve devasa sorunlarını ilk çıktığında birebir deneyimledim. Oyunun çıkış dakikalarını saydım ve Steam’deki ‘’Oyna’’ butonuna çok büyük bir heyecan ile bastım. O gece uykusuz kalmıştım ama sorun bu değildi. Masamdan kalktığımda, mutsuz bir şekilde kalkmıştım. Neyse hikâyenin tamamını hepiniz biliyorsunuz zaten.
Sonrasında oyunu mevcut tüm teknik sorunlarıyla birlikte zar zor 80’den daha fazla saat oynayıp tüm başarımlarıyla birlikte bitirdim. Tabii oyunu tamamen bitirmekteki en büyük motivasyonum CD Projekt’i çok seviyor olmamdı, oyunu değil. CD Projekt Red’in hikâye anlatımı, görev tasarımları ve evrenleri hayata geçirme şekli beni her zaman fazlasıyla heyecanlandırmıştır. Gene de ben, Cyberpunk 2077’yi daha önce de anlatıldığı gibi şahane bir rol yapma deneyimi olarak hayal etmiş ve bu siberpunk dünyada yaşayacağım maceralara kendimi bu şekilde hazırlamıştım. Bu yüzden birçok diğer oyuncu gibi benim için de çok büyük bir hayal kırıklığı olmuştu ama gene de severek oynamıştım. Uzun lafın kısası Cyberpunk 2077, benim için karışık duygular demekti.
Oyun ile maceram hemen hemen bu şekilde. ‘’Neden bu kadar duygusala bağladın?’’ dediğinizi duyar gibiyim fakat yıllar sonra aynı oyunun başına farklı bir sebepten oturmak bana bunları tekrardan hatırlattı. Bu yüzden Phantom Liberty’nin benim için önemi çok büyüktü. Bana çok farklı duygular hissettiren bu oyuna ikinci bir şans verecektim. Şimdi dönüp baktığımda diyorum ki iyi ki de vermişim. En azından hayal ettiğim deneyime kısmen de olsa Phantom Liberty ile kavuştum diyebilirim. Ayrıca oyunun o eski sorunlu hâlinden de neredeyse eser yok. CD Projekt, tüm sorunları güzel bir şekilde analiz ederek tekrardan elden geçirmiş. Bunca olumlu ilerlemeyi görmek beni epey mutlu etti ve o eski anıları bir kenara bırakmamı sağladı. Yeni bir sayfa açmanın vakti gelmişti.
Polislerin bile giremediği, Night City’nin en karanlık yeri hâline dönüşen Dogtown’a hoş geldiniz.
Cyberpunk 2077: Phantom Liberty maceramızın ana adresi Dogtown. Gerçek bir savaşa tanıklık eden Night City’nin bu kısmı, yıkım ve ihanetin getirdiği hasarın acısını sokaklarında barındırıyor. Night City’den neredeyse tamamen kopan ve Barghest adını verdiğimiz özel bir ordunun yönetiminde olan Dogtown, polislerin bile giremediği bir bölge. Kendi yerli halkı, polislerden kaçan suçlular ve Barghest’ın lideri Kurt Hansen’in kendisini koruyacağına inandığı insanlardan oluşan Dogtown, kendi kanunlarına ve kurallarına sahip bir suç yuvası. Gene de Phantom Liberty’nin size sunduğu hikâyeleri ve oradaki yaşanmışlıkları gördükten sonra aynı Batman evrenindeki Gotham gibi orada yaşayan insanları suçlayamıyorsunuz.
Dogtown’a ilk girdiğimde savaş görmüş, yozlaşmış ve ele geçirilmiş bir atmosfer ile karşılaşacağımı biliyordum fakat buna rağmen CD Projekt Red’in Dogtown’ı yansıtış biçimi beni epey etkiledi. Night City’nin içerisinde bir yere giriyor olmanıza rağmen sanki farklı bir ülkeye gitmişcesine değişik bir atmosfer ile karşılaşıyorsunuz. Atmosfer, size oradaki yaşanmışlıkları, yıkımı ve öfkeyi hissettiriyor. Duyguları çok iyi bir biçimde aktarabiliyor. Zaten ilerleyen noktalarda da belirteceğim üzere bence CD Projekt’in oyun sektöründe yaptığı en iyi işlerden bir tanesi de oyuncuya aktardığı duygular ki bunu yapabilen çok az şirket var.
Dogtown; siyasetin derinleştiği, oradaki insanların da kendince hayatta kalma mücadelesi verdiği, adeta bataklığa saplanmış bir yer. Bölgenin havası, hikâyeleri ve sundukları çok farklı. Beni en çok etkileyen nokta ise Dogtown’ın Birleşme Savaşları olmadan önceki hâline dair edindiğim bilgiler oldu. Tamamen etraftaki notları toplayarak edindiğim bu bilgiler, oranın halkının savaş öncesinde neler hissettiğini, kaçanların hikâyesini ve normal insanların yaşadığı kaderi çok iyi bir şekilde gözler önüne seriyor. Bu bile oyunun sunduğu atmosferi ve hikâyeyi kuvvetlendirmeye, oyuncuyu o dünyaya daha çabuk adapte etmeye olanak sağlıyor.
Bu eşsiz bölgeyi daha fazla anlatarak sürprizleri kaçırmak istemem. Sadece CD Projekt’in bu noktada aldığı kararlara bayıldığımı ve Dogtown’ın gerçekten de Phantom Liberty DLC’sini unutulmaz kılacak noktalardan bir tanesi olduğunu söyleyebilirim. Tabii bu bölgeyi her ne kadar çok beğenmiş olsam da epey küçük bir alan olduğunu ve yan aktivitelerin çok büyük bir kısmında işimizin Dogtown dışına düştüğünü eklemek istiyorum. Night City’nin geri kalan kısmında hâli hazırda onlarca saat geçirmiş birisi olarak, Dogtown’ı sürekli olarak terk etmek zorunda olmak benim için bir eksi oldu diyebilirim. Dogtown, küçük bir yer olsa bile içerisinde barındırabileceği hikâyelerin potansiyeli sınırsız. Yan aktiviteler muhteşem olsa bile sayısı ve görev yapıları bence bu noktada yetersiz kalmış. Ayrıca bölgeden sürekli olarak elimizi kolumuzu sallayarak çıkabiliyor olmak da ana hikâyede ve yan görevlerde aldığımız kararların olası sonuçlarını baltalamış.
Aksiyona değil, casusluk ve gerilim dolu unutulmaz bir maceraya hazır olun.
Öncelikle Phantom Liberty’nin saf bir aksiyon genişletme paketi olmadığını söylemek istiyorum. CD Projekt Red, bu ek paketi tasarlarken casusluk ve gerilim dolu bir maceraya odaklanmış. Cyberpunk 2077: Phantom Liberty’de kendimizi ajanların içerisinde buluyor, siyasetin kalbine doğru atılıyoruz. Hiç kimse için sürprizi bozmak istemem bu yüzden tamamen yüzeysel olarak hikâyeden bahsedecek olursam Phantom Liberty’nin benim için iki şey ifade ettiğini söylemek istiyorum. Siyaset ve duygular. Phantom Liberty; entrikaların döndüğü, duygularına yenik düşenlerin affedilmediği, siyaset ve hırsın kol gezdiği bir hikâyeye sahip. Siyasetin aşamalarını, yetkiye sahip insanların verdiği kararların sonuçlarını en pürüzsüz şekilde bizzat deneyimleyeceksiniz. Yani kendinizi tahmin ettiğinizden çok daha benzersiz bir macerada bulabilirsiniz. En azından ben oynarken oyun bana bunları çok net bir biçimde hissettirebildi.
Tabii ki hikâyemiz siyasetten de ibaret değil. Gizem, polisiye, gerilim derken ortada kesinlikle uzun zaman unutamayacağınız bir macera var. Cyberpunk 2077: Phantom Liberty’i neredeyse tüm içerikleriyle birlikte bitirmem yaklaşık 22 saatimi aldı. Ek paketin ve yan aktivitelerinin ortalama uzunluğu da bu şekilde diyebilirim. Bu deneyimi unutulmaz kılan en büyük nokta ise karakterlerimiz. İşte bu kısımda söylenecek, takdir edilecek çok fazla şey var.
CD Projekt Red tarafından geliştirilen her oyunu oynamış ve yapılabilecek neredeyse her şeyi tüketmiş birisi olarak bu şirketin en iyi yaptığı şeylerden bir tanesinin oyuncuya aktardığı duygular olduğunu düşünüyorum. Tabii ki bu duygu aktarımının arkasında da daha büyük başarılar yatıyor. Bu da şirketin hikâye anlatımındaki ve karakterlerlere hayat verme tarafındaki yeteneği. Phantom Liberty, hikâyesi ve karakterleriyle – özellikle de karakterleri – birlikte o kadar başarılı bir anlatım sunuyor ki kendinizi gerçekten o senaryonun içerisine kaptırıyorsunuz ve yaşanan her şeyi bizzat hissediyorsunuz.
Hatta en garip duyguları yaşadığım anlardan bir tanesiyse ek paket içerisinde hem Idris Elba’nın hem de Keanu Reeves’in yer alması. Soluma dönüyorum Keanu, sağıma bakıyorum Idris, gerçekten çok enteresan bir his. Adeta şampiyonlar ligi. Phantom Liberty’i doruk noktasına ulaştıran nokta ise Idris Elba’nın hayat verdiği Solomon Reed karakteri, Songbird ve yan karakterler de dahil olmak üzere her birinin adeta gerçekten yaşıyor olması.
Oyun karakterlerinin yaşıyor olması dediğimizde ortaya çok genel bir anlayış çıkabiliyor. Burada bahsettiğim ana odak, bu karakterlerin her birinin gerçekten bir kişilikleri, geçmişi, duyguları ve onları kendileri yapan özel noktaları var. Prensipleri, yaşam biçimleri ve bunların her birini size hissettirebilmeleri de buna dahil. İşte bu noktada işler çok farklı bir yere gidiyor ve kendinizi gerçekten bu karakterlere duygular beslerken bulabiliyorsunuz. Onlarla birlikte mutlu oluyor, onlar için kötü hissedebiliyorsun. CDPR, bu noktada oyuncu ile kurulan bağı her zamanki gibi çok iyi yakalamış.
Hâliyle deneyimlemekte olduğunuz maceranın karakterleri bu denli özenli tasarlanmış olunca, oyun hikâye tarafında da kendi kalitesini rahatlıkla konuşturabiliyor ve oyuncuyu epey sürükleyici bir maceraya dahil edebiliyor. Her seçimin sonuçlarını, zor kararların ağırlığını hissettiriyor. Hatta oyunun belirli bir noktasında öyle bir karar vermem gerekti ki klavyenin bir tuşuna basmak benim için hiç bu kadar zor olmamıştı diyebilirim. Acele etmem gereken bir andı. Oturup onlarca saniye ekrana baktım ve sadece düşündüm.
Yan aktivitelerin bazıları oldukça keyifli bir deneyim sunuyor.
Phantom Liberty, ana görevlerinin yanı sıra birçok yan aktiviteyi de beraberinde getiriyor. Bunlardan bazıları, yeni gelen yetenek ağacı gibi unsurlar ile karakterimizi geliştirmemiz için keşif ödülleri sunarken bazıları da doğrudan hikâyeli maceralar oluyor. Bu maceraları direkt olarak tanıdık bir isimden alıyoruz. Geliştirici ekip, bu noktada da gereken özeni göstermiş ve karakterimiz ile iş bitiricisi arasındaki gelişen ilişkiyi çok iyi bir şekilde yansıtmış. Yani yan görev yapmak, aslında farklı ve daha detaylı yan görevlerin de kapısını aralamış oluyor.
Her bir yan aktivitenin belirli bir arka plan hikâyesi ve motivasyonu bulunuyor. Fazlasıyla sürükleyici maceralara ev sahipliği yapan bu görevlerden bir tanesi özellikle de benim için eşsiz bir deneyim sundu. Hasan Demir isminde bir Türk’e denk geldim. Hasan Demir, bir mühendis ve eşya bulmak için gittiğim bir yerde tutsak alınmıştı. İşte kendisi ile yaşayacağımız küçük macera tam olarak burada başladı. Sürprizi bozmamak adına herhangi bir detay vermeyecek olsam da bu, Phantom Liberty’de yaşayacağınız maceralardan sadece bir tanesi. Üstelik yan görevlerde şahane esprilere de tanıklık ettiğimi söylemek istiyorum. Ana hikâyenin ciddiyetini bozmamak adına bu tarz eğlence odaklı sekansları yan aktivitelere yerleştirmeyi tercih etmişler. İyi de olmuş.
Yeni yetenek ağacımız ve gelen diğer yenilikler, oynanış tarafını büyük oranda geliştiriyor.
Eklenen yeni hazine yetenek ağacı, oyunun sunduğu oynanış tarafını her anlamda geliştirirken yeni oynanış stillerinin de oluşmasına olanak sağlıyor. Örneğin Z Bıçakları kullanırken artık belirli bir mesafeden direkt düşmanların üzerine atlayabiliyorsunuz. Bu, başlı başına yakın dövüşü önceki hâlinden çok daha cazip kılıyor. Tabii ki hazine ağacının sunduğu çeşitlilik bundan ibaret değil.
Yeni polis sistemi ile birlikte ortaya gerçekten ilginç sahneler çıkabiliyor. Polislerin iletişim kurmalarına şahitlik ediyor, onların birbirleriyle olan etkileşimlerini gözlemliyorsunuz. Hatta ne zaman geldiğini bilmediğim muhteşem bir diğer yenilik ise – belki de hep vardı ama ben bilmiyordum – motorları artık birinci şahıs bakış açısından sürebiliyor olmamız. Dogtown’ı birinci şahıs bakış açısına sahip bir Apollo ile turlamak gerçekten şahane bir aktivite. Tavsiye ederim. Oynanış tarafının getirdiği yenilikler bunlarla da sınırlı değil. Yeni silahlar, araçlar ve geliştirmeler bakımından çok daha geniş bir yelpaze ile karşılaşacaksınız. Özellikle de Phantom Liberty’de ilerledikçe.
Teknik açıdan çok daha stabil bir kıvama ulaşmış olsa da hâlâ daha bazı can sıkıcı sorunlar var.
Eğer Cyberpunk 2077’yi ilk zamanlarında oynadıysanız ve benim gibi çok uzun zamandır oyuna girmiyorsanız aradaki farkı çok rahat hissediyorsunuz. Oyun artık o eski sorunlu hâlini geride bırakmış ve kendi deneyimini en sağlıklı şekilde sunacağı kıvama gelmiş. Gene de Phantom Liberty oynarken birçok can sıkıcı sorun yaşadım ve zaman zaman oyunu kapatıp açmam gerekti. Tabii bunlar küçük çaplı sorunlardı.
Öncelikle oyunun bazı temel unsurları zaman zaman kullanılamaz hâle gelebiliyordu. Anlık olarak fotoğraf modunu kullanamama, telefona ulaşamama, araç çağıramama ve daha birçok şey gibi. Ortada tüm bunları engelleyecek hiçbir şey de yoktu. Oyunu komple kapatıp açınca tamamen aynı noktada aynı şartlarda istediğim her şeyi yapabiliyordum. Sürekli başıma gelen bir diğer sorun ise zaman zaman motoruma bindiğimde olduğunu fark ettiğim flaş patlaması. Ekranı ne olduğunu anlamadığım bir sarı flaş patlama kaplıyor, kısa süre sonra geçiyordu. Bunun dışında da oyunu kapatırken bazen çökmesi gibi birkaç küçük sorun daha yaşadım ama her birini burada sıralayarak sizi daha fazla meşgul etmek istemiyorum. Gene de bunların oyun deneyimim sırasında çok küçük bir yer kapladığını ve hatta birçoğunun görmezden gelinecek nitelikte küçük sorunlar olduğunu söylemek istiyorum. Bu küçük sorunlar üzerinden bu muhteşem maceranın önüne geçmek haksızlık olurdu açıkçası.
Son söz
Cyberpunk 2077: Phantom Liberty, CD Projekt Red’in ustalığını konuşturduğu en önemli duraklardan bir tanesi. Hikâyesi, karakterleri ve hissettirdiği duygular ile müthiş bir serüven. Gene de The Witcher 3: Wild Hunt ile birlikte geliştirilen Blood & Wine DLC’si çapında bir şey beklemeyin derim. O, bambaşka bir seviyeydi.