Daha önce birçok bağımsız yapıma imza atmış olan Motion Twin, Dead Cells’i geliştirmeden önce pek de popüler değildi. 2018’de oldukça kısa bir geliştirme sürecinin ardından piyasaya sürülen Dead Cells, şirket içerisinde birçok başarıya imza attı ve toplamda altı milyondan daha fazla satmayı başardı.
İçerisinde barındırdığı metroidvania ve rogue-lite elementlerini şahane bir şekilde yansıtan oyun, oyunculardan çok büyük bir ilgi görmüş olsa da öyle kendi hâlinde takılan bağımsız bir yapım olarak devam ediyordu. Tabii şimdi işler epey değişti. Motion Twin, bir şekilde Konami’yi ikna etmiş olacak ki Castlevania gibi devasa bir markayı kendi oyunlarına uyarlamayı başardılar. Biz de durur muyuz, hemen incelemeye koyulduk. Gelin, Dead Cells’e geri dönüş bahanemize detaylı bir şekilde göz atalım.
Dead Cells serüvenim ve sevdiğim iki markanın bir araya gelişinin verdiği mutluluk.
Yıllar önce oynayıp bitirdiğim Dead Cells, benim rogue-lite türündeki ilk maceramdı. Bu yüzden yeri bende her zaman ayrıdır. Motion Twin, Dead Cells ile birlikte mükemmel bir şaheser çıkarmış ve bu türün modern hâlinin öncü oyunlarından bir tanesini üretmeyi başarmıştı. Dead Cells’in Castlevania gibi devasa bir marka ile yan yana gelmesi, duyurusundan bu yana beni epey heyecanlandırıyordu ve epey büyük bir beklentiye sahiptim.
İncelemenin uzun paragraflarına dalmadan önce söyleyebileceğim tek şey, Dead Cells: Return to Castlevania’nın, tüm beklentilerinizi rahatlıkla karşılayacak, özenle hazırlanmış bir genişletme paketi olduğu yönünde. Tabii, detaylı bir şekilde değineceğim negatif yönleri de yok değil.
Motion Twin, Castlevania’nın kasvetli dünyasını ve Dracula’nın ihtişamını şahane bir şekilde yansıtmış.
Oyunu daha önce birkaç defa bitirmiş birisi olarak, konsolumu elime aldığımda direkt olarak Castlevania’ya nasıl gidebileceğimi aramaya başladım. Oyunun ilk bölümü aracılığıyla başlayan bir yapıya sahip olduğu için bulmam pek de zor olmadı. Beni karşılayan Belmont, Castlevania’ya olan yolumu usulca gösterdi.
Castlevania’nın yıkım dolu dünyasına ilk adımımı attığımda ise karşılaştığım atmosferin güzelliği karşısında büyülendiğimi söyleyebilirim. Dead Cells, kendi görsel stilini keşfetmiş ve bu stili olabilecek en iyi şekilde temasına uyarlamış olan bir oyun. Motion Twin ekibi, sanat tasarımı tarafındaki bu başarılarını Castlevania’ya en iyi şekilde yansıtmış ve bu başarıyı vurucu bölüm tasarımlarıyla birlikte destekleyerek oyunun etki odağını yükseltmiş.
Tabii Dead Cells’e uyarlanan onlarca ikonik Castlevania müziğinin de atmosferin oyuncuda bıraktığı bu şölende emeği büyük. Dead Cells’in bestecisi Yoann Laulan, verdiği bir röportajda bu müzikleri yeniden yorumlamanın hiç de kolay bir iş olmadığını söylemişti. Kendisini ortaya koyduğu başarılı bestelerden dolayı ayrıca tebrik etmek isterdim.
Motion Twin, Dead Cells’in metroidvania bir oyun olmasının getirdiği avantajlardan en iyi şekilde yararlanarak bahsetmiş olduğum bu Castlevania ruhunu en iyi şekilde destekleyerek oyunun dünyasındaki gücünü artırmış. Tüm bu olumlu etkenler bir araya gelince de ortaya muhteşem bir uyarlama çıkmış.
Her ne kadar Castlevania için kurulan oynanış dengesini fazlasıyla beğenmiş olsam da bazı sorunları olduğunu düşünüyorum.
Castlevania genişletmesi, bu dünyayı konu alan onlarca yeni düşman, silah, kıyafet ve daha fazlasını içerisinde barındırıyor. Üstelik her şey tüm bunlarla sınırlı değil. Bu büyüklükteki bir genişletme paketi; Dead Cells’in evrenine nasıl bağlanacak, hikâyesi ne olacak ve nasıl bir döngü izleyecek derken oynanış dengesini yakından ilgilendiren birçok kritik düzenleme ihtiyacını da beraberinde getiriyor.
Motion Twin, Castlevania için de diğer ek paketlerde izlediği yoldan ilerlemeyi tercih etmiş ve ana oyunun içerisine adapte etmeyi başarmış. Kurulmuş olan bu denge, oyun içerisine eklenen küçük görevler ve gizemlerle desteklenerek oyuncudaki oynanış motivasyonunu yükseltmeye yönelik hareket edilmiş. Tüm bu sistemler başarıyla oturtulmuş bir şekilde yer alsa da özellikle Dracula haricindeki ana düşmanların yani ”boss”ların epey yetersiz olduğunu düşünüyorum.
Herhangi bir şekilde sürprizi bozmak istemediğim için detaylara her ne kadar giremesem de saldırı şemaları da dahil olmak üzere, sundukları ihtişamı oynanış tarafındaki mücadeleye yansıtamadıklarını düşünüyorum. Ben, hazırlanmakta olduğum devasa dövüşün haricinde biraz daha mücadeleci ve etkileyici bir oynanış deneyimi bulmayı umuyordum.
Bahsettiğim bu sıkıntıyı Drakula haricindeki ”boss” savaşlarında yaşadığımı tekrardan hatırlatmak istiyorum. Gördüğüm kadarıyla Motion Twin, ‘’boss’’ tarafındaki tüm şatafatı Drakula’ya saklamış ve diğer arkadaşları arka plana atmış.
Oynanış tarafındaki klasik düşmanlardaysa bu mücadelenin eksikliğini pek hissetmediğimi söyleyebilirim. Bu da DLC’nin oyunun ilk safhalarında geçiyor olmasından kaynaklanıyor. Hâliyle etrafta koşuşturuyor ve oyunun sonraki safhası için gelişmeye çalışıyordum. Oyun bu kısımda merhamet etmiş olacak ki Castlevania bölümlerinde çok daha fazla kaynak ve daha güçlü eşyalar bulmamız sağlanmış. Üstelik yeni eklenen Castlevania temalı silahların hakkını vermeden geçemeyeceğim. Ölüm Tırpanı, Fırlatma Baltası ve Kutsal Su derken eklenen 10’dan fazla yeni ikonik silah ile oynanış zevki bir nevi katlanıyor.
Özellikle Drakula’nın kalesi içerisinde kendi kendime etrafı keşfedip ‘’Vay arkadaş vay!’’ diye sayıklanırken şans eseri bulduğum tam yükseltmeli Kutsal Su aracılığıyla düşmanlarımın üzerine kutsal alev yağmurları dahi yağdırdığımı söylemeden es geçmeyeyim. ‘’Boss’’ dediğimiz zorlu düşmanları dahi kendi kendine beş-on saniyede pataklayışını keyifle seyrettiğim bu silah, minik bir düzenlemeyi hak ediyor sanki.
Küçük bir hayal kırıklığı ve diğer hesaplaşmalar.
Dead Cells, özünde oynanış elementleriyle öne çıkan metroidvania bir rogue-lite aksiyon oyunu. Kendisini öne çıkardığı ve sunmaya çalıştığı her şeyi en iyi şekilde sunmaya çalışan ve şahane başarılara imza atmış bir yapım. Dolayısıyla Dead Cells’in kullanıcıya sunduğu ana odak etkileyici bir hikâyeden daha çok akıcı/keyifli bir oynanış deneyimi.
Tabii, ana odağının oynanış olması, hikâyenin hiç olmadığı anlamına da gelmiyor. Dead Cells, keşfetmesi ve yorumlaması zor da olsa kendi içerisinde bir evrene ve hikâyeye ev sahipliği yapıyor. Castlevania genişletmesiyse daha farklı bir bakış açısına sahip. Oyuncuya sunduğu bir amaç var fakat bu amaç doğrultusunda oyuncuya sunduğu bir dayanak yok. Ben, Belmont ve Alucard’ın bir süs mankeni olarak koyulmasındansa daha aktif rol oynamalarını isterdim çünkü küçük yol gösterici hamleler dışında oyun akışı esnasında hiçbir görevleri yok.
Karakterlerin oyun içerisindeki etkileşimini artırarak oyuncuya sunulan oynanış deneyimi geliştirilebilir ve böylece çok daha epik savaşlar ortaya çıkabilirdi. Uzun lafın kısası, birazcık daha aktif rol oynamalarını beklemiştim. Steam’de yaklaşık 85 TL’ye (Diğer tüm DLC’lere sahip olduğum için ek indirim yapıldı) satın aldığım bu macera, yaklaşık 6-7 saatlik bir oynanış vadediyor. Oyunun yapısı gereği, bu süre içerisinde sadece Castlevania’da değil, klasik oyun içerisinde de bolca vakit geçirmeniz gerekiyor. Yani Dead Cells oynamayı özlediyseniz, oldukça keyif alacağınız yeniliklerle dolu bir yolculuk olacak.
Son söz
Hâlihazırda türünün en başarılı oyunlarından bir tanesi olan Dead Cells’in yeni Castlevania genişletme paketi ile birlikte oynanış tarafındaki zenginliğine zenginlik kattığını söylesem yanlış olmaz. DLC’nin içerisinde barındırdığı küçük denge ve işleyiş sıkıntılarını göz ardı edecek olursak, ortaya mutlaka deneyimlenmesi gereken keyifli bir macera çıkmış.
Üstelik, Dead Cells’i seven oyuncular, artık oyuna geri dönmek için şahane bir bahaneye sahip.Türü Dead Cells ile birlikte seven bir oyuncu olarak, bu başarılı yapımın çıkışından bu yana süren geliştirilme sürecini izlemek oldukça güzeldi. Bakalım, Motion Twin gelecekte karşımıza nelerle çıkacak.