Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Dragon Age: The Veilguard inceleme kopyası, Electronic Arts tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Eskiden BioWare denince akla muhteşem rol yapma oyunları geliştiren bir firma gelirdi. Dragon Age ve Mass Effect serisi… Hepsi birbirinden güzel oyunlardı. Günümüzde o dönemin eski tatlarını almak gerçekten imkansız hale gelmiş durumda. Eskiden oyunların bir yapısı, bir olmuşluğu vardı. Şimdilerde her oyun kopyala yapıştır gibi önümüze sunuluyor. Bu yazımızda sizlerle BioWare’in yeni oyunu Dragon Age: The Veilguard’a bakacağız. Açıkçası ben hayal kırıklığına uğramış durumdayım.
Girer girmez “bu ne be!” dedim
Şimdi bir Dragon Age oyununun olmazsa olmaz noktaları vardır. Bunların ilki kesinlikle rol yapma ögeleri. En azından bana göre bu böyle. Bir diğeri ise senaryo gidişatı. Eğer bu ikisinden birisi kötü olursa o Dragon Age bana göre ortalama bir yapıma dönüşür. Eğer ikisi de iyi olursa işte o zaman gerçekten iyi bir oyun olur. The Veilguard ise maalesef her ikisinde de bana göre kötü yollara girmiş durumda. İyi tarafları var belki ama maalesef yeterince “iyi” değiller.
Öncelikle hikâye açılışı gayet güzeldi. Dragon Age: Inquisition içerisinde yaşanan olaylardan 10 yıl sonraya gidiyoruz. Yine Inquisition içerisinde gördüğümüz Solas karakteri hikâyenin esas mimarlarından bir tanesi. Oyunun hemen başında yediği haltları durdurmaya çalışırken Solas’ın Fade (bundan sonra araf diyebilirim, ama hiç bahsedesim de yok) diyarında kısılıp kaldığını görüyoruz. Ayrıca onu durdurmaya çalışırken ortaya çıkan 2 kadim elf tanrısı da işleri bir hayli zorlaştırmaya başlıyor. Elgar’nan ve Ghilan’nain ismindeki bu elf tanrılarını durdurma görevi ise bize düşüyor. Biz ve takımımıza. Dünyayı kurtaracağız. Ne kadar orijinal bir senaryo ama öyle. Demiştim ya, sadece açılışı güzeldi diye. O da bol aksiyon sinematiği barındırdığı için bir anlık gaza getiriyor diye herhalde. Yoksa senaryonun hiçbir çekiciliği bulunmuyor.
Şimdi yıl olmuş 2024, hatta 2025’e merdiven dayamışız, böyle basit bir senaryoya gerek var mıydı inanın bilmiyorum. Şimdi diyebilirsiniz “belki sonradan açılıyordu” diye ama arkadaşlar, açılmıyor maalesef. İlk 10 saat neyse sonraki 10 saati de o şekilde geçiriyorsunuz. Klişe olmasının yanı sıra fazlaca bilgilendirme de söz konusu. Şayet önceki Dragon Age oyunlarını oynamadıysanız sizin için bu iyi bile olabilir ancak herkes seriyi ilk defa oynamıyor sayın BioWare. İki adım başı bana kimin ne olduğunu anlatmana gerek yok. Acayip sıkılıyor insan dinlerken. Seriye ilk defa bu oyunla girecek olanlar için de bir problem teşkil etmiyor bu durum çünkü karakterlerin diyalogları, mimikleri, tepkileri ve alt metinleri başarısız. Ama hızlıca geçmek mantıklı da olmuyor, belki arada önemli bir bilgi kaçırırım diye. Öyle bir ikilem yani.
Açıkçası senaryo konusunda hiç tatmin olduğumu söyleyemem. Dragon Age serisine yaraşır bir kasvet atmosferini bulamadım ben hikâye içerisinde. Karakterler pek bir düz veya şakacı. Bu “herkesin şaka yapması gerekiyor” mottosu nereden geliyor onu da anlamış değilim. Vahşi doğa cadısı Morrigan’ın soğukluğundan eser kalmamış mesela. Bana biraz garip geldi açıkçası.
Neden herkes bana “Rook” diye sesleniyor?
Karakter yaratma ekranı gerçekten çok dolu. İstediğiniz görünümü, kişiliği ve karakteristik özelliği oyuna yansıtabilmeniz mümkün. Yaklaşık 1 saate yakın karakterimi yaratmaya harcadığımı biliyorum. Saçıydı, gözüydü derken dedim herhalde 100 saat gömerim ben bu oyunu. Keşke genel gidişatı da karakter yaratma ekranı kadar detaylı yapsalardı. Anlamadığım bir nokta da herkesin bize “Rook” adıyla seslenmesi. Kardeşim sen bana karakter yaratırken ismin ne diye sormadın mı? Sordun. Ben yazmadım mı? E yazdım. Niye o zaman bana herkes Rook diye sesleniyor oyun boyunca. Acayip saçma ve mantıksız bir hamle olabilir bu. Ha bu duruma takılmak da çok mantıksız olabilir ama bana isim koyma seçeneği veriyorsan o zaman NPC’lerin bana ismimle seslenmesine de müsaade etmen gerekiyor.
Karakterimi aynı bir Geralt edasıyla yarattım. Beyaz saçlı, sarı gözlü, yüz yaralı ve kalın sesli. Ama oyun içinde maskülen bir karakterle oynamak istememe rağmen bunun yansımasını ne yazık ki alamadım. Şimdi karakterinizi yaratırken ister erkek, ister kadın veya isterseniz non-binary oluşturabiliyorsunuz. Ancak ne seçerseniz seçin, seçtiğiniz cinsiyet özelliklerine pek saygı duyulmuyor. Yanlış anlaşılmasın, bununla bir problemim yok ama kim nasıl oynamak istiyorsa öyle oynamalı diye düşünüyorum. Eğer ben maskülen bir erkek modeli yaratmak istediysem oyun içerisinde dibine kadar maskülen bir karakter görmek isterim. Fakat sanki “eşitliğe” fazla vurgu yapacağız diye işin dozunu biraz kaçırmışlar gibi duruyor.
Şimdi şu karakter yaratma olayını bir kenara bırakalım ve artık oyunun içine dönelim istiyorum. Her ne kadar ismini koysam bile Rook diye seslendirdikleri karakterimin mimikleri olmadığını fark etmem yaklaşık 4 dakikamı aldı. Oyun içerisinde seçebileceğiniz diyaloglara göre bir yüz ifadesi yapsaydınız bari. Ciddi, şakacı, romantik veya umursamaz tavırlarda cevaplar verebiliyorsunuz ancak bu cevapları verirken karakterinizin yaptığı tek mimik kaşını kaldırmak oluyor. Yahu arkadaş, birine şakacı cevap vereyim dalga geçeyim diyorum sanki Karadeniz’de gemilerim batmış gibi bir yüz ifadesiyle karşılık veriyorum. Hiç mantıklı görünmüyor kusura bakmayın ama.
Aksiyonu iyi şimdi yalan yok
Yani en azından ilk 10-15 saat gerçekten eğlenceliydi. Şu yukarıda bahsettiğim tüm mantıksızlıkları bir kenara bırakacak olursak oyunun aksiyon sisteminin ilk başlarda çok fazla eğlendirdiğini söyleyebilirim. Karakterimizin yeteneklerini kullanmak ve bunları kombo haline getirmek gerçekten iyi hissettiriyor. Ama her iyi şeyin bir sonu varmış gerçekten. 10-15 saat sonrasında her şeyin bir tekrara bağladığını kendi gözlerinizle görebilirsiniz. Dragon Age: The Veilguard içerisinde düşman çeşitliliği zaten çok az ve hani aksiyonu iyi ve çeşitli tutarak bunu belirli bir yere kadar kotarabilmişler. Çoğu yeteneği kazandıktan sonra (ki bu 15-20 saat sonra yavaş yavaş gerçekleşmeye başlıyor) aksiyona girmenin ne kadar tek düze ve sıkıcı olduğunu kavrayacaksınız.
Düşman çeşitliliğinin az olması da büyük bir sorun bu arada. Dragon Age gibi bir serinin düşman çeşitliliğinde ve o düşmanların size karşı kullandığı yetenek fraksiyonlarında yetersiz kalması bana biraz komik geldi. Sanki düşman koymak için koyulmuş gibi bir halleri var ve gerçekten hiçbir zorluk çekmeden, sadece düz vuruş yaparak bile ilk 20 saati tamamlamanız çok kolay. Aynı kolaylık partinizdeki yandaşlarınızın yetenekleri için de geçerli. Şimdi şöyle ki, oyun size aksiyon anlarında stratejik temeller sunmak istemiş. Bu konuda gayet yeterli olduğunu söyleyebilirim ama fazlasıyla kolaya kaçılmış. Aksiyon sekanslarında partinizdeki karakterlerin dolum süresi olan özel yeteneklerini birleştirip kullanabilmeniz mümkün. Ama eskiden olduğu gibi gerçek bir rol yapma oyunu olsaydı bu yetenek birleştirmelerini bizim istatistik bilgimize bırakırdı oyun. Yani bir karakterin yeteneğiyle diğer karakterinkini birleştirdiğimizde ortaya çıkacak sonuçları deneye deneye ezberlememiz istenirdi. Maalesef The Veilguard içerisinde böyle bir durum söz konusu değil.
Partinizdeki yandaşlarınızın yeteneklerini kullanırken diğer karakterin hangi yeteneğiyle birleştirirseniz daha güzel bir hasar verebileceğiniz oyun size söylüyor. Hem de sadece söylemiyor, bir yeteneği seçtiğiniz zaman öbür karakterin yeteneğine kırmızı oklarla işaret ediliyor. Yahu bu çok basit değil mi, yoksa bana mı öyle geliyor? Düz bir aksiyon oyununda bile böyle bir kolaylık sunulacağını ben pek sanmıyorum açıkçası. Yani kısacası oyunun aksiyon sistemi ilk 10-15 saat için gayet yeterli. Yeni yetenekler kazanmak, bunları kullanmak, öğrenmek ve düşmanları tanımak falan güzel ama, bir süre sonra pek bir anlamı kalmıyor.
Oyunun aslen bir koridor sistemine sahip olmasını ise ben çok beğendim. Oyunu oynayan diğer insanlara baktığınızda bu sistemi çok fazla eleştirdiklerini görebilirsiniz ancak bence bu durum, son zamanlarda açık dünyaları ile boğan oyunlara karşı güzel bir gönderme gibi duruyor. Veilguard’ın da kısmi açık dünyaları bulunmakta ancak görev sistemlerinin çoğu kapalı koridorlar içerisinde geçiyor. Yani başlangıç bölgesinden bitiş bölgesine gidene kadar düz bir hat üzerinde ilerliyormuş gibi düşünebilirsiniz. Ve bence bu durum, az önce söylediğim gibi açık dünyalarıyla boğan ve artık illallah ettiren oyunlara karşı güzel bir hamledir.
Tempo sorunlarından bahsetmem lazım
Oyun adeta “sal beni gideyim kardeşim” diye bağırıyor bir süre sonra. Bu durum, özellikle yukarıda bahsettiğim kısmi açık dünyaya erişim sağladığımızda başlıyor. Şimdi normal şartlarda önce bir görev alıyorsunuz. Daha sonra bu görevi ifa etmek için bahsettiğim koridor mantığında ilerliyor ve görevi bitirerek ana üsse geri dönüyorsunuz. Ancak oyun bir süre sonra bu kısmi açık dünya ile birlikte sizi bir karmaşıklık çemberinin içerisine bırakıyor. Her yerde bir sembol, hangi görev ana görev hangisi yan görev, bu insanlar kim, bu şehirdeki esas amacım ne? Gibi sorular eşliğinde ne olup bittiğini anlamaya çalışıyorsunuz.
Yani tabii ki bunların çözümleri var ama bu karmaşıklığa gerek var mıydı inanın bilmiyorum. Ki böyle bir karmaşıklık ve düzensizlik olduğu zaman oyunun ne kadar fazla tempo kaybettiğini de anlamış olacaksınız. Elbette nefes almamız gereken yerler de olacaktı ancak bu tercihler bizim nefes almamızdan daha çok tempoyu düşürerek oyundan sıkılmamıza olanak sağlamış. Yani en azından bu benim için böyle ama eminim sizler de aynı şeyleri düşüneceksiniz.
Bu arada oyunun “rol yapma” mekaniklerinin de muhteşem çalışmadığını söylemem lazım. Yani karakterler ile yaptığımız konuşmaların sonuçları pek değişmiyor gibi geldi bana. Tabii ki bunu net anlayabilmek için oyunu bitirip tekrar baştan oynamak lazım ama hissiyat bu yönde. Yani karşı tarafa vereceğiniz cevapların getirisi çok büyük olmuyor. Değişen şey genellikle diyaloğunuz içerisindeki cümleler oluyor ve bunun da oyuna pek bir değişkenlik kattığını sanmıyorum. Ancak rol yapma elementleri içerisinde sayabileceğimiz diğer unsurların gayet yerli yerinde olduğunu da belirtmeliyim.
PC’de oynadım ve ağladım
Oyunun bariz bir optimizasyon problemi var. Daha doğrusu VRAM kullanımı gerçekten çok fazla. Özellikle DLSS veya FSR kullanmıyorsanız bu sorunu çok fazla yaşayacaksınız demektir. Ben oyunu gayet ortalama üstü bir sistemde oynadım fakat başımın çok fazla ağrıdığı yer oldu diyebilirim. FPS düşüşleri ve oyun içi takılmalar bir süre sonra sıkıcı olmaya başlıyor. Hatta ve hatta, çoğu ara sahne içerisinde görüntü gayet normal akarken seslerin kesik kesik gelme sorunuyla da karşılaşabilirsiniz. Ben bu incelemeye hazırlarken 1.0 güncellemesi yapıldı ancak bu sorunlar halen giderilmedi.
Ama oyunu bir kontrolcü ile oynamak gerçekten çok keyifli hissettiriyor. PC’de oynasam bile bir DualSense kullanmam, en azından oyunun aksiyonundan keyif almamı sağladı. Haptik geribildirim özellikleri var mı bilmiyorum ancak varsa bile ben fark etmedim. Yine de titreşim geri bildirimleri inanılmaz keyif verici ve gerçekten savaşın en sert anını hissedebiliyorsunuz.
Ancak. Ancak diyorum, çünkü oyunun manzaraları gerçekten enfes arkadaşlar. Her ne kadar oyunun görsel paletini çok fazla beğenmesem bile eşsiz manzaralara sahip olduğunu da açıkça belirtmem gerekiyor. Özellikle şehirlerdeyken uzak manzaralara baktığınızda oyunun ne kadar büyük bir alanda geçtiğini ve o derinliği net bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Bu açıdan beğendiğim bir nokta oldu diyebilirim.
Keşke daha iyi olabilseydin
Yani inanın bana canı gönülden bu oyunun muhteşem çıkmasını isterdim. 10-15 saat arası eğlendiren aksiyonu dışında Dragon Age serisine pek yakıştıramadığım bir oyun oldu. Kullanılan renk paletleri bir kere seriyle hiç uyumlu değil ve bana sanki biraz Baldur’s Gate 3’e yakın bir görsel deneyim sunmak isteniyor gibi geldi. Karakter mimikleri çok donuk, diyalog seçimleri pek bir anlam ifade etmiyor gibi, PC’de düzelmesini bekleyeceğimiz sorunlar ve çok daha fazlası.
Eğer daha önce serinin hiçbir oyununu oynamadıysanız dert edilecek bir durum da yok bu arada. Gönül rahatlığı ile The Veilguard’dan başlayabilirsiniz. En baştan bir karakter yarattığınız için pek bir olayı kaçırmamış sayılacaksınız. Ancak tabii Solas gibi veya Morrigan gibi seride daha önce kendine yer bulmuş karakterler var ancak bunlarla bir bağ kurmadan da gayet götürebiliyorsunuz senaryo kısmını. Şimdi tüm bu dediklerimi bir araya toplayınca ortaya gayet “ortalama” bir oyun olarak çıkıyor The Veilguard. Kusura bakmayın, belki biraz insafsız davranmış olabilirim lakin, gerçekler ortada…