Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Dragon Quest III HD-2D Remake inceleme kopyası, Square Enix tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Selamlar sevgili okurlar, Dragon Quest III HD-2D Remake incelememize hoş geldiniz. Öncelikle bu oyunu incelemenin benim için çok farklı bir yeri olduğunu söylemem gerek. Çünkü yıllarca JRPG’lerin kökünü kazımış biri olarak, daha önce hiç Dragon Quest oynamamıştım. Ben her zaman ibrenin Final Fantasy’i gösteren tarafındaydım. Bu yüzden de Dragon Quest inceleme kodu geldiğinde “Artık tanışma zamanı geldi.” deyip heyecanla başına koyuldum.
Başına koyulduk koyulmasına da… Ben birazcık JRPG oynamaktan baymışım onu fark ettim. Sadece bu sene Nintendo’nun yeniden yapımlarını saymazsak Metaphor: ReFantazio, Final Fantasy VII: Rebirth, Like a Dragon: Infinite Wealth ve daha nice büyük JRPG oynadım. Üstüne Dragon Quest’in bu geleneksel JRPG yapısı eklenince de gerçekten kafam allak bullak oldu. Tabir-i caizse bir süreliğine JRPG’ye doydum diyebilirim.
Ne anlatmaya çalıştığımı aşağıda daha iyi anlayacaksınız aslında ama bilmeniz gereken ilk şey Dragon Quest III HD-2D Remake’in sonundaki “Remake” ibaresi biraz yalan gibi. Çünkü sevgili yapımcılar artık serinin yaratıcılarına saygıdan ötürü mü yoksa hayran kitlesinin korkusundan mı bunu böyle yaptılar bilinmez ama biz en iyisi bir uzunca konuşalım.
Üçlemenin temelleri burada atılıyor
Tabii ki seriye yeni adım atan biri olarak öncelikle araştırmaya başladım. Dragon Quest III, hikâyesel anlamda neredeydi öğrenmem gerekti. Neyse ki Square Enix bunu düşünmüş ve öncelikle 3. oyunu Remake yapmalarının bir sebebi varmış. (I ve II’nin Remake’leri de 2025 başında gelecek.) Çünkü Dragon Quest III, aslında üçleme olan Dragon Quest I-II-III hikâyelerinin en başını anlatıyormuş. Erdrick Üçlemesi diye geçen bu destansı yolculuk hikâyesinin en başını deneyim etme şansına erişiyoruz böylece.
“Hikâyenin bu kısmı ne anlatıyor peki?” derseniz… Bana biraz karışık geldi tabii ve oyun da bunun farkında. Ben hayatımda ilk defa bir oyunda, ara sahne esnasında yaşanan konuşmaları sizin inisiyatifinize bırakıp, size önemli geliyorsa ezberleten ve sadece o şekilde ana menüden bu konuşmaya istediğiniz zaman ulaşabilmenizi sunan bir özellik gördüm. Diyalogların ağırlıklarını ve önemini siz düşünün. Metal Gear Solid’lerde de hani nereye gideceğimizi bilemezsek, Codec’ten ilgili kişiyi arar sorardık. İşte aynen o dönemlerdeki çabayı hatırlattı bana.
Ama sormazlar mı işte, Remake yaptıysanız şuraya bir görevler menüsü de ekleseydiniz daha iyi olmaz mıydı diye? Tabii burası şu an okuduğunuz incelemede “Remake yaptıysanız…” tartışmasını başlatacağım ne ilk yer olacak ne de son. Gerçi ben bunu arkadaşlarımla tartıştığım zaman, hayran kitlesinin de talebinin bu yönde olabileceğini gördüm. Yani Dragon Quest topluluğunun yeniliğe karşı, gelenekselci bir tayfa olduklarına dair duyumlarım oldu. Hepsine sevgilerimi ve saygılarımı yolluyorum.
Daha da bu kısmı uzatmadan kısaca hikâye hakkındaki görüşlerimi de yazayım. Biz küçüklükten beri bize verilecek büyük göreve hazırlanmış bir kahramanız. Babamız Alefgard, dünyasını tehdit eden karanlık bir iblis olan Baramos’u yenememiş ve bu uğurda can vermiştir. Bu görevi layığıyla tamamlamak ise bize kalmıştır. Kaderimiz bunun için çizilmiş, annemiz bile farkında hani durumun. Ben evladını bu kadar rahat intihar görevine gönderen başka bir ebeveyn görmedim. Neyse, daha sonrasında ise bu yolculuk hikâyesi beklenmedik durumlar ve zorluklar ile buradan dallanıp budaklanıyor.
Açıkçası bir üçlemenin birinci oyunu olmasına rağmen III numaralı oyun olduğu için çok büyük ihtimalle I-II numaralı oyunlara yapılan göndermeleri yakalayamamış olsam da hikâyeden olabildiğince keyif aldım. Bu benim için çok önemli, çünkü bir oyuna devam etme motivesini ben genelde hikâyeden yakalıyorum. Hikâye tarafında hoşuma gitmeyen tek bir durum var, gelin oynanış kısmına da onunla başlayalım.
Tek hayranlığınız kendinize olacak…
Öncelikle, şimdi anlatacağım konu biraz öznel gelecek olabilir ama incelemeleri de farklı kişilerden okumanın heyecanı burada yatıyor sanırım. Ben bu oyunun parti sistemini sevemedim. JRPG’lerde partime değer vermeyi çok seven biriyim. Final Fantasy VII’de nasıl Cloud kadar Tifa, Aerith ve Barret gibi isimlerin de hikâyesi dallanıp budaklanıyorsa veya Kingdom Hearts’ta nasıl Sora kadar Riku ve Kairi’nin hikâyesini de önemsiyorsak, diğer JRPG’lerden de bu performansı bekleyebiliyorum. Ki bu örnekleri arttırır dururum, bence partidekiler yer yer ana karakterden bile önemlidir.
İşte Dragon Quest III’te maalesef parti sistemi Dragon’s Dogma’daki gibi bir “Pawn” sistemi ile yapılmış. Belki Dragon’s Dogma’yı yapanlar Dragon Quest’ten ilham almış bile olabilir. Genel anlamda sistemleri bana benzer geldi ama Dragon’s Dogma’da bu durum, gelişen teknoloji sayesinde karakterlerin o anda çevredeki durumlara göre sohbete dahil olması ile atmosferik bir hava katıyordu. Burada hiç böyle bir durum yok, bayağı marketten seçer gibi parti üyesi seçiyorsunuz. Yanınızda bulunmasını istediğiniz sınıfı özelleştirilebilir kılması açısından belki de bazı insanların seveceği bir sistem olsa da bana açıkçası yanımda gezen, hiç tanımadığım kişiler konsepti ilgi çekici ve bağ kurucu gelmiyor.
Persona 5 oynayanlara sorarım, hanginizin favorisi Joker? Ben çevremde hep farklı karakterlere olan hayranlıkları görüyorum. Çünkü karakterle vakit geçirdikçe kendimize en yakın kişiyi buluyorduk. Burada ise zorunlu olarak sizin yarattığınız ana karakterden, yani aslında kendinizden başkasını favori edinmeniz çok çok zor. İşin komik tarafı elemanlara savaşlarda yer verip seviye atlattırıyoruz, kıyafetlerini değiştiriyoruz, güçlendiriyoruz; bir tanesi gelip teşekkür etmiyor. Gerçekten yazıklar olsun!
Bu oynanış artık eskide kalmadı mı ya?
Eskiye dönüşü sevmiyor değilim biliyor musunuz? Sea of Stars’ın iyi bir oyun olduğunu düşünüyorum mesela. Böyle deyince de eski oyunları da mı sevmediğimi soracaksınız ama hayır. Aksine eski oyun oynama ile de bir derdim yok, ki siz bu satırları okurken ben yeniden Metal Gear Solid’e başladım mesela. Ama Dragon Quest III gerçekten kocaman bir dede! Savaşlardan girelim ve ağır ağır ilerleyelim.
İlk dövüşüme girdiğimde normal sıra tabanlı üstten görünümlü bir savaş bekliyordum ama… “Neden sadece düşmanları görüyorum? Saldır tuşuna basalım da- Ne? Şu an birinci şahıs bakış açısında mıyım? İyi de neden partimi göremiyorum? Neden herkes kendi kafasına göre saldırıyor?” iç konuşmalarını yaparak şoke olmuş bir halde ayrıldım savaştan.
Ya insan şuraları düzenler bari, bunu neden böyle bıraktınız? “Kardeşim senin ilk Dragon Quest oyunun olduğu için verdiği tadı bilmezsin.” falan demeyin lütfen. Bu artık delilik, çılgınlık… Her neyse devam ettim ve bir de ne göreyim! Oyunda “Random Encounter” var. JRPG aleminde bu ne demek biliyor musunuz? Yan tarafa bir dizi açın ve şova başlayın. Adım başı rastgele düşmanlar karşınıza çıkıp sizi zoraki savaşa sokacaklar ve bunu yapmak zorundalar da. Çünkü belli ki ilerisi için çok fazla seviyeye ihtiyacınız olacak.
Hadi buna saygı duyabiliriz, “Grind” yapmak hala çoğu JRPG’de çok önemli. Tabii yeni nesil oyunlar gibi istediğim düşman grubuna istediğim zamanda saldırma gibi bir sistem ekleselerdi daha iyi olurdu ama sorun değil. Ama şimdi başıma geleni duyduğunuzda daha da güleceksiniz. Bir savaşı beceremedim, baktım ana karakter öldü. “Tamam, oyun devam ettiğine göre savaş sonunda 1 HP olarak geri doğacağım.” diye düşündüm ben de. Savaş bitti, bir baktım ben mezar taşına dönüşmüşüm. Ama oyunda devam ediyor hani hala aniden Random Encounter’da alabiliriz.
En acilinden çevrelerdeki şehirlerden birine ışınlanıp (o da bir eşya sayesinde oluyor) kilisedeki Necromancer’dan çakma rahibin sizi geri diriltmesini sağlamalısınız. İyi de para alıyor bu arada hani, ekonomi Alefgard büyücülerini de vurmuş. Her neyse, dirildik ettik ama paramız bittiyse ve önceki yerde işimiz bitmediyse vay halimize. Hadi geri yürü, yürüyebilirsen!
Böyle sevmemişim gibi anlattığıma bakmayın. Şöyle bir okuduğunuz zaman bunlar başka oyunlarda başınıza gelemeyecek tatlı anılar. Bu kadar kasmalarına gerek yoktu diyorum sadece. Ufak tefek eklemelerle harbiden günümüz standartlarında bir Remake yapabilirlermiş. O yüzden her maceranızın size özel keyifli yanlarının olması bir avantaj iken, oyunun eskiye bu kadar sadık kalıp sizi yer yer sinirlendirmesi de ufak bir dezavantaj.
Neden Remake dediklerini kanıtlar nitelikte!
Bence zaten Dragon Quest markasını geri canlandırmak ve yeni oyuncuları çekmekten ziyade asıl amaç, hali hazırda seven kitleye sattırmaktı her zaman. Çünkü oyun inanılmaz iyi gözüküyor. Şu grafiklerin tatlığına bakar mısınız? Savaşlarda pek ilgi çekici durmasa da, açık dünyada gezerken çevre detayları, iç mekan tasarımları ve karakterler gerçekten göz kamaştırıyor.
Ayrıca bu JRPG’de kocaman dünyasında sadece harita üzerinde ilerleyip belli başlı şehirlerin içlerine girebildiğiniz tasarımlardan birine sahip. O yüzden harita büyüklüğünün geniş olması ve ince detay girilebilecek yerlerin fazlalığı beni tatmin etti. Bu çeşitli noktalarda gerek yan görev, gerek eşya toplayıp karakterinizi güçlendirebiliyorsunuz.
Kimler oynamalı?
İncelememizin sonuna gelirken başlığa attığımız soruya da şöyle bir yanıt bulalım isterim. Ben size güzelliklerini ve benim için çağ dışı kalan yanlarını anlattım ancak özüne baktığımızda Dragon Quest III iyi bir yeniden yapım olmasa da gayet harika bir JRPG. Eğer türe olan bir ilginiz ve geçmişiniz varsa zaten kaçırmayın. Ben bile artık JRPG kusacağım bu yoğun dönemimde bu kadar beğenebildiysem sizler kim bilir nasıl seversiniz!
Ama ben Japon oyunu oynamam zaten alışık değilim diyen biriyseniz o zaman yakınından geçmeyin. Hani oynayacağınız ilk JRPG’nin bu olmasını inanın istemem. O noktada şansınızı daha güncel işlerden biri olan Sea of Stars’dan yana kullanmanızı tavsiye ederim. Okuduğunuz için teşekkürler, başka yazılarda görüşmek üzere hoşça kalın!