Final Fantasy VII: Rebirth inceleme içeriğimize hoş geldiniz. Normalde geneli 25-30 saatte bitebilen bir oyunu, koca bir üçleme şeklinde yeniden yaparsanız ne olur? İnanın sonucunu hep beraber göreceğiz ama üçlemenin ikinci kısmı olan Final Fantasy VII: Rebirth, kesinlikle benim beklentilerimi karşıladı.
Final Fantasy VII ve Remake
Bundan yıllar önce konsolu kasıp kavuran bir PlayStation oyunu çıktı. Henüz doğmamıştım ama serinin ve de bu serinin en iyi oyunlarından biri olarak kabul edilen Final Fantasy VII’nin namı azımsanamayacak düzeyde olduğu için seriden haberim vardı. Ben küçükken FPS ve de online oyunlar revaçta olduğu için, JRPG’ler ile çok geç tanıştım. Ama tesadüf bu ya, beni janra ile tanıştıran oyun en iyilerin en iyisiydi. Uzun girizgahtan anlamış olacağınız üzere o oyun, Final Fantasy VII’den başka bir oyun değildi.
Tabii oyunu çok geç oynadığım için ben, “Hadi abi şu oyuna Remake gelsin artık” furyasına katılamadım hiçbir zaman. Benim için Final Fantasy VII; kendi içinde çok güzel bir hikayeyi, çok güzel karakterler ve olağanüstü bir olay örgüsü ile anlatan özel bir oyundu.
Tabii hayranlar duramayınca Square Enix’te gelecek paranın kokusunu alıp bu Remake projesini devreye soktu. Projenin başındaki isim ise bir başka en sevdiğim serilerden biri olan Kingdom Hearts’ın yönetmeni Tetsuyo Nomura idi. Ancak sonra kendisi projeyi saldı ve Kingdom Hearts 3 ile ilgilenmeye başladı. Remake geliştirilirken yaşanan onlarca kötü durumdan sonra ise biz artık iptal edileceğini sanarken, oyun harbiden çıktı.
Bu çıkışın bu kadar basit olmasının sebebi ise; Remake’te sadece, orijinal oyunda 5 saat süren ufacık bir kısmın mevcut olmasındandı. Asıl sürükleyici hikayenin anlatılmaya başlanacağı asıl kısım Remake’te yoktu. Anlayacağınız 2. kısıma kalan taraf inanılmaz iyi olacaktı.
Zamanına göre yapılmış güzel bir açık dünya, tonla mini oyun ve de sürükleyici bir hikaye… Evet bu kısımların olduğu oyun ise geldi çattı. Rebirth yukarıda saydığım her güzel şeyi içeren devasa bir oyun. Remake gibi aceleye gelmediği de çok çok belli.
Sevdiğimiz hikaye ve sevdiğimiz karakterler, şimdi yenilenmiş halde!
Hikayeyi uzun uzun anlatamam çünkü bu bir devam oyunu. Size ister istemez Remake’ten hatta ileride çıkacak 3. kısımdan spoiler vermemek için kısa kesmek zorundayım.
Yaşanan bir takım olaydan sonra Midgar’dan kaçmayı başaran ekibimiz Cloud, Tifa, Barret, Aerith ve Red XIII; en yakın olan şehire, Kalm’a sığınırlar. Artık hedefleri Cloud’un hatta tüm dünyanın da baş düşmanı olan Sephiroth’u yenmektir. Ancak ekibin Avalanche çatısı altında yaptıkları saldırılardan ötürü, Shinra’nın yani dünyayı nükleer reaktörler ile yavaş yavaş sömüren şirketin onları saklandıkları yerde bulması kaçınılmazdır. Şehirden apar topar kaçan partimiz hem Sephiroth’u arayacakları, hem Shinra ve onun elit birliği Turk’lerle bolca karşı karşıya gelecekleri, hem de tüm dünyanın kaderini etkileyecekleri uzun bir yolculuğa çıkarlar.
Tabii kaderin cilvesi bu ya, başka bir yerde eski bir dostumuz hala hayattadır ve o da bu bilinmeyene yolculukta kilit bir rol üstlenecektir.
Final Fantasy VII’nin hikayesi şüphesiz onu en çok ileri taşıyan özelliklerinden bir tanesiydi. Cloud’un karmaşık geçmişi, bir zamanlar dünyanın koruyucusu iken şimdi onu yok etmeye ant içmiş olan Sephiroth’un motivasyonu, arada yaşanan komplolar ve benzeri, derken devasa ve üzerine çokça kafa patlatılmış bir evren görüyoruz. Ancak şöyle bir durum var, bu oyun siz zaten hikayeyi biliyorsunuz gibi davranıyor. Elbette 3. kısımda bunu daha iyi anlayacağız ancak yeniden yapımları kapsayan bu üçleme, aslında orijinal oyuna yapılmış bir devam hikayesi gibi. Kafanız karıştı değil mi? Merak etmeyin oynarken benimki de bolca karıştı.
Açıkçası ben bu duruma “Tetsuyo Nomura Etkisi” diyorum. Çünkü Kingdom Hearts’ta da bir noktada işleri kadere bağlayan sevgili abimiz, bunu Final Fantasy VII içinde yapmış. Çok detaya girmeyeceğim ama bazı olaylar orijinal oyundan farklı gidiyor ve ben bunu sevdim mi sevmedim mi bilemedim. Seriyi ilk defa oynayacak biriyseniz muhtemelen üçleme size yeterli gelecektir. Şu haliyle değil tabii. Üçüncü oyun olmadığı için ve sanırım 5-6 seneye ancak göreceğimiz için bu durum korkunç. Ve önemli olan tüm soru işaretleri üçüncü oyuna kalmış durumda.
Beklerim derseniz orası ayrı ama gerçekten Remake ve Rebirth’ten tam anlamıyla her şey zihninizde oturmuş şekilde ayrılmak istiyor ve “fan service” sahnelerde siz de coşmak istiyorsanız önce OG Final Fantasy VII ve Crisis Core oynamalı, üstüne de Advent Children filmini izlemelisiniz.
Tabii Tetsuyo Abi işleri küçük oyunlara bırakmayı da sever. Yani burada Kingdom Hearts 3’ün asıl finalini kimsenin umursamayacağı bir ritim oyununa koyan, kafası gidik bir adamdan bahsediyoruz. Oyunda bir noktada tanımadığım bir karakter çıktı ve kim olduğuna bakayım dedim. Keşke bakmasaydım, çünkü sonuç beni daha da sinir etti. Adam IOS ve Android platformlara çıkmış Ever Crisis diye bir oyunda gözüküyormuş. Hani böyle gereksiz bir karakter olsa neyse bayağı Wutai Savaşı için kilit bir isim falan. Manyak mısın sen abi?
Eğer katmanlaşan derin hikayeleri, parça parça keşfetmeyi seviyorsanız ben bu evrendeki diğer içeriklere de bakın derim. Ancak sadece yeniden yapımlar ile de keyif alırsınız, burada problem yok. Sadece finalini görmek için ne yazık ki uzun süre beklemeniz gerekecek.
Final Fantasy VII: Rebirth İnceleme: Açık dünyaya ilk adım!
Final Fantasy serisi son oyunlarda cidden açık dünya olmak için bir çaba harcıyor. XV’te bomboş ve cansız bir dünya yapmışlardı, hatta arabamız vardı ama sadece ileri tuşuna basıp sürebiliyorduk, rotasını kendi belirliyordu. XVI’da gördüğüm en gereksiz açık dünyalardan birini yapmışlardı, dümdüz koridordu. Ancak şimdi Rebirth’te gerçekten doğru formülü sonunda bulduklarını söyleyebilirim. Bu noktada da bariz batıdan esinlenmişler. Tabii kendilerine has o doğu soslarını da esirgememişler.
Açık dünyaya ilk adımımızı attığımızda gözünüze çarpan ilk şey dünyanın ne kadar büyük olduğu oluyor. Bu tüm bölgeler için geçerli bu arada. Her yeni bölgeye girdiğimde aynı hissiyata kapıldım çünkü. Final Fantasy VII Rebirth, orijinal oyunda da olduğu gibi Sephiroth’u dünyanın dört bir yanında aramamızı konu alıyor. Bu noktada hikaye gereği 3. kısımda genel olarak Wutai’de takılacağımız için, dünyadaki kalan her yeri eklemişler. Grasslands, Junon, Corel, Cosmo Canyon,
Gongaga, Nibelheim; hepsinin devasa açık dünyaları var. Ve müjdemi isterim, sonunda koridor değiller!
Peki bu büyük haritalar nasıl hissettiriyor? Korkarım ki oyunda zıplama olmadığı için gezmesi kimi zaman pek eğlenceli değil. Dümdüz koşuyorsunuz ve Cloud önündeki engele otomatik olarak tırmanıyor. Zaten %80’i arazilerden oluşan bu haritaların canlı hissettirmeyeceğini siz de koyduğum fotoğraflardan anlamışsınızdır. Etrafta sandık kovalayabileceğimiz sayılı mekanlar ve bomboş gezen yaratıklar dışında pek ilgi çekici bir şey yok. Elbette her yeri yürümüyorsunuz. Chocobo durakları açıp o kısımlara hızlı seyehat yapabiliyorsunuz. Zaten her bölgeye özgü Chocobo’yu bir kere açtıktan sonra artık tüm gezintiyi onlarla yapıyorsunuz. Tabii bazen ortama göre farklı araçlarla da seyahat edebiliyorsunuz.
Tabii her bölgede insanların yaşadığı büyük şehirler de var ve garip ama bunlar atmosferleri ile canlı hissettirmeyi başarıyorlar.
Bu görev yoğunluğu da neymiş böyle be?!
Önceki oyundan da tanıdığımız Chadley’in araştırmaları için her bölgeden bilgiler topluyoruz. Bu bilgiler ile Chadley; düşman simülasyonları, summon materia’ları ve de her bölgenin world boss’larını bularak bize bir nevi ana görevler için seviye kastırıyor. Orijinal oyunda random encounter olduğu için seviye kasarken, etrafta gezmeniz yeterli oluyordu. Burada da keşfetmemizi istemişler ki bu inanılmaz iyi bir tasarım tercihi.
Chadley önce sizden her bölgede ortalama 4-5 tane olan kulelerden aktifleştirmenizi istiyor. Kuleler etraftaki diğer intel görevlerini açığa çıkarıyor. Tabii oyun bazısı için çevresel faktörlerde eklemiş. Mesela bir kuşu takip ederseniz sizi araştırma yerlerine götürüyor veya etrafta antik parçalar varsa, bunları kırdığınızda çıkan ışık huzmesini takip ederseniz; Summon tapınağına ulaşabiliyorsunuz.
Bunlar tatlı detaylar ve keşke kuleler bariz şekilde yerlerini belli etmeseydi de içine girdiğiniz zaman tetiklenecek bir alanı gösterselerdi. Bu saydığım iki intel görevinde de aslında sadece Quick Time Event yapıyorsunuz. Birinde sadece doğru zamanda üçgen tuşuna basıyoruz. Yeterli bilgiyi topladığınızda bir kazı sahası açılıyor ve Chocobo’nun koku alma özelliği sayesinde alandaki gömülü parçaları kazıyorsunuz.
Summon Tapınakları ise bir nebze daha ilgi çekici. Ekrandaki tuş kombinasyonlarını ezberleyip onlara doğru zamanda basmanız gerekiyor. Sonucunda ise o tapınağa ait olan Summon ile yapacağınız boss dövüşünü kolaylaştırıyorsunuz. Kazandığınızda da summon materia’sı sizin oluyor. Bu durumdan aşağıda, savaş kısmında bahsedeceğiz.
Bir başka intel çeşidimiz de protorelic’ler. Chadley dünyaların her birinde güçlü parçalar seziyor ve hepsi de farklı bir mini oyunu tetikliyor. Bir dünyada gizli gitmeye çalışıp hırsızlardan parça kovalarken, diğer dünyada Fort Condor ya da nam-ı diğer Clash Royale oynuyorsunuz. Şaka yapmıyorum oyunda Clash Royal var. Bunlarla sınırlı değil tabii her dünyanın farklı protorelic görev serisi var. Bitti mi dersiniz? Hayır bitmedi. Kalanı her ne kadar bana doldurma içerik olarak
gelse de kendilerini bir şekilde yaptırıyorlar. Bir kere oyun sizi görüp görebileceğiniz her düşman çeşidiyle savaştırıyor. Tabii bu dövüşlerde belli challange’ları tamamlamaya çalışıyorsunuz.
Bunların yanı sıra Chocobo görevleri var. Her bölgede ayrı bir Chocobo türü var ve hepsi farklı fiziksel özelliklere sahip oluyorlar. Duvarda koşma, su fışkırtarak uçma falan gibi. Bu Chocobo’lar size kimi zaman direkt verilmiyor. Sizin Chocobo’yu bizzat yakalamanız gerek. Ona gizlice yaklaşmanız gereken ve oyunun temposuna farklılık kattığı için sevdiğim tatlı sekanslar bunlar.
Intel’ler dışında açık dünyada çeşitli yan görevler de var tabii ki. Çok gereksiz hissettirenler de var, çok iyi olan da. Ama verdikleri ödüller sizi onları yapmak için motive ediyor. Çünkü tıpkı intel görevleri gibi bunlar da sizi ana görevlere hazırlıyor. Böylece ana senaryoda karşımıza çıkan düşmanlarla doğru ekipmanla ve doğru seviyede çarpışıyorsunuz. Tabii oyun o kadar da zor değil, hatta bayağı kolay. Size bolca canlanma ve iyileşme iksiri veriyor ama genel amaç zaten savaşların uzamasını engellemek oluyor.
Tabii fikir edinmeniz için hepsini anlatmaya çalıştım ancak gördüğünüz üzere oyun tam bir içerik bombardımanına tutuyor sizi. Daha hazine avı görevlerinden bahsetmedim bile. Hatta abartıyorum ama hala keşfetmediğim şeyler bile olabilir. JRPG’lerde gelişmeyi çok sevdiğim için ise normalde çok daha kısa süreceğini düşündüğüm oyunu 70 saatte bitirdim! Neredeyse Platin kupaya gidiyordum zor frenledim kendimi. Çünkü açık konuşmak gerekirse biraz yoruldum. Size tavsiyem de oyunu kesinlikle 1-1.5 aya yaymanız gerektiğidir. Çünkü elimizde verdiğiniz 2000TL’nin hakkını sonuna kadar veren bir oyun var
Mini-Oyun Cennetine hoş geldiniz!
Orijinal Final Fantasy VII, mini oyunlar bakımından sizi eşi benzeri görülmemiş bir yoğunluğa boğuyordu. Rebirth’te ise oyunun daha ikinci saatinden ilk mini oyunumuz olan kart oyunu Queen’s Blood ile tanışıyoruz. Bu yeni nesil Gwent olmaya aday, aşırı eğlenceli bir kart oyunu. Her şehirde de yenmeniz gereken kişiler ve destesini alabileceğiniz sürüyle kart mevcut. Bir noktada turnuvasına bile katılabiliyorsunuz. O yüzden en kritik mini oyunumuz tabii ki bu. En az 5 saatimi de bu oyuna vermişimdir beni acayip sardı.
Bir de işin yan görev sosu yedirilmiş mini oyunları var. Bunlar da size bazen Clash Royal benzeri bir tower defense mini oyunu sunarken, bazen de uçuş talimine dönüşebiliyor. Ayrıca intel’lerde yaptığımız gizlilik kısımları da aslında birer mini oyundan ibaret. Şaka yapmıyorum her taraftan fışkırıyorlar.
Ama oyunun sizi asıl mini-oyuna boğduğu yer şüphesiz Gold Saucer kısmı. Burası koca bir lunapark ve hikaye gereği burada uzunca bir süre takılıyoruz. Ve burada neler neler var… NES’ten fırlamış gibi duran bir dövüş oyunu, ilk oyundaki motosiklet oyunu, Chocobo yarışları… Bu oyundan asıl istediğim de zaten bu özelliği korumasıydı. Ben bayağı mutlu ayrıldım bu noktada. Üstüne orijinal oyunda çok sade kalan tiyatro ve dönme dolap kısımlarına atılan rötuşlar da nokta atışı olmuş. Şimdi buradan da bir başka kritik kısma atlıyoruz, karakter ilişkileri.
İlişkileriniz oyuna etki ediyor!
Oyunun belli bölümlerinde partimizdeki kişilerle konuşabiliyoruz. İşte kimiyle dertleşiyoruz, kimiyle sohbet ediyoruz falan. Cloud onlarla konuşurken verebileceği 3 yanıttan en doğrusunu verirse de ilişkisi o karakterle daha da derinleşiyor. Bu kısım önemli çünkü bazı önemli hikaye kısımlarında ilişkinizin yüksek olduğu karakterler size eşlik ediyor. Mesela Saucer’da ilişkinizin en yüksek olduğu kişiyle date’e çıkıyorsunuz. Ben bu dengeyi güzel sağlayamadım çünkü date’e Tifa ile çıkmak istemiştim. Onun yerine Red XIII geldi. Evet… Bir köpek ile date’e çıktım ve sahneleri nasıl geçtiğimi tahmin bile edemezsiniz!
Dövüşler mükemmel ama hatalar hala aynı…
Dövüş sistemi bu oyunun en temel yapı taşlarından biri ancak bana hayal kırıklığı yaşattı. Öncelikle büyük bir kısmı ilk oyunla aynı ancak bunda hiç bir sıkıntı yok. Çünkü bu sistem bence JRPG’lerin sıra tabanlı dövüş sistemini, batının gerçek zamanlısı ile mükemmel şekilde sentezliyor. Genel amacımız rakibin posture bar’ı diyebileceğimiz bar’ını olabildiğince yükseltip rakibi stagger’lamak. Böylece stagger’lanan rakibimizin canını hızla indirip işini bitiriyoruz. Bunları yaparken de partideki her bir karakteri aktif halde kullanabiliyoruz. Dövüş esnasında verdiğimiz
hasarla doğru orantılı artan ATB barımızın haneleri ile de tek tuşla oyunu yavaşlatıp, iksir içme, büyü atma ve özel saldırılar yapabiliyoruz. İşte savaşların tur bazlı kısımları da bunlar oluyor. Temel mantık bundan oluşmakta ve ben bu sistemi bayağı eğlenceli buluyorum.
Yalnız bazı kritik hataları eski oyunda da vardı. Mesela zıplamanın olmaması, uçan düşmanlarla olan savaşlarda partide menzilli saldırı yapan biri yoksa kontrolcüyü duvara fırlatacak düzeyde savaşların sizi sinir etmesi! Evet… Maalesef hiçbirini düzeltmemişler. İnsan gider bari uçan düşman savaşlarındaki o keyifsizliği, olmamışlığı düzeltirdi. Her şey aynı resmen. Tamam sistem kusursuz olur anlarım yenilik eklemezsin de, sizin sisteminiz eksiklerle doluydu.
Şimdi zıplama sorunu oyunun genelinde yaşanan bir problem. Çünkü savaşlarda uçan düşmanlara kitlensek dahi bazen otomatik şekilde yukarı saldırı yapmıyor çok sevgili yakın dövüş karakterlerimiz. E o esnada uzaktan saldıran biri de yoksa vay halinize. Bazen de öyle saçma sapan düşman dizaynları yapılmış ki anlatamam size. O kontrolcüyü alıp sizin de sinir krizi geçirmeniz gerekiyor. Bir savaş çok güzel, bir savaş rezalet. Bazı düşmanlar çok büyük vurdukça tepki vermiyorlar bazen, bazısı çok hızlı hiçbir şekilde vuramıyorsunuz. Canları sağ olsun ne
yapalım, 3. kısımda da aynı sorunlar olursa ama cidden daha sert konuşma hakkı tanınmış olur bize.
Peki yeni eklenen şeyler neler? Artık karakterlerimizin ulti’si diyebileceğimiz limit saldırıları eskiye nazaran daha hızlı dolduğu için onları savaşlarda birden çok kez kullanabiliyoruz. Bunun yanı sıra skill ağacı ya da oyundaki adı ile Folio dolu dolu olmuş. İçinde partinizdeki karakterlerle ortak sinerji hareketleri yapabileceğiniz inanılmaz yetenekler var. Ve evet, yetenekleri bozup yeniden değiştirebiliyorsunuz. Böylece Bunları şehirlerdeki kitap dükkanlarından veya görev esnasında bolca çıkan dinlenme noktalarından ayarlayabiliyoruz.
Ayrıca silahlarımız da seviye atlıyor. Genel vuruşlar tüm açılabilir silahlarda aynı olsa da iş özel yetenekte bitiyor. Her silahın üçgen tuşu ile yapabileceğiniz farklı özel saldırıları var. Aynı zamanda silahlar seviye atladıkça materia slotları da artıyor. Materia ne derseniz; materia’lar Final Fantasy VII evreninde ekibe çeşitli güçler kazandıran özel taşlardan oluşmakta. Tıpkı ilk oyundaki gibi yine büyüler ve istatistik artışlarını bu taşlar ile sağlıyoruz. Tabii Asses Materia’sı ile düşmanları ölçüp tartıp zayıf yönlerini bulma kısmını da saklamışlar.
Bu arada dövüşmek hem animasyon olarak hem de vuruş hissi olarak aşırı tatmin edici hissettiriyor. Bazen spontene olarak o kadar güzel sahneler yaşanıyor ki… Bazen Cloud, kılıcı ile Tifa’yı havaya fırlatıyor, bazen Caith, Red’in üstüne biniyor falan. Bu konuda dövüşmenin daha rafine ve hızlandığını olumlu bir artı olarak söylememiz gerek.
Ve son olarak tabii ki bir Final Fantasy klasiği olan summon’lar var. Summon’lar savaş esnasında bizlere destek olsun diye çağırabildiğiniz devasa büyüklükteki kadim varlıklardan oluşmakta. Yukarıda anlattığım açık dünya intel görevlerinden kazandığımız summon’larla beraber karakterlerimizin hali hazırda da kendi summon’ları var. İstediğiniz karaktere istediğinizi verebilirsiniz lakin her savaşta bir tane çağırma hakkınız var.
Boss dövüşleri de bu oyunun önemli parçalarından biri. Ama ne yazık ki son dövüş dışında böyle aklımda kalan büyük savaşlar oldu mu diye sorarsanız, cevabım “Hayır, pek fazla yok.” olurdu.
Anlayacağınız zaten güzel olan sistemi daha da geliştirip, üstüne dolu dolu eklentiler ekleyerek inanılmaz iyi bir seviyeye çıkarmışlar. Keşke eksikleri de törpüleselerdi de o kusursuz sistemi bulabilselerdi. Darısı 3. kısıma kaldı diyelim…
Hayalimdeki Final Fantasy VII işte buydu!
İnsanlar yıllardır bu karakterleri yeniden görmek istemişti. Cloud, Sephiroth ve diğerleri hala herkesin oyun dünyasındaki en sevdiği karakterlerden bazıları. Yıllar boyu çeşitli film, oyun benzeri spin off işlerle de bunu sağladılar. Ancak orijinal oyunu yeniden yapılmış halde görmek mükemmel hissettirdi.
Ara sahne kalitesi, aksiyon sahnelerindeki epiklik ve ikonik sahnelerin yenilenmiş halleri o kadar güzel yapılmış ki, kendinizi film izliyor gibi hissediyorsunuz. İşte benim hayalimdeki VII. oyunda buydu tam olarak. Havalı aksiyon sekansları, orijinal oyunda hikayesel olarak mantıksız olan kısımların daha düzgün bir kalıba oturtulması derken hikaye anlatımı zirveyi oynayacak düzeyde.
Tabii bazen ana görevleri ve tabii ki oynanış süresini uzatmak için yaptıkları doldurma görevler de eklenmeyi unutmamış. Bu “kontrollü” uzatmalardan nefret eden biri olarak, evet burada da nefret ettim. Tam önemli bir şey olacak hop bambaşka bir şey yapmaya başlıyoruz. Sevgili Japon geliştiriciler keşke oyunlarını bile isteye uzatmaya çalışmasalar. Dünyamız kesinlikle daha iyi bir yer olurdu!
Daha kötüsünü gördüm mü? İnanın bilmiyorum!
Square Enix’te kim bu oyunu oynayıp, “Tamam bunun performans modunu böyle salın piyasaya.” dediyse elemanın acilen kovulması lazım. Şakası bir yana gördüğüm en kötü PS5 grafikleri olabilir. Grafik bile demem buna, çamur bu direkt çamur! Ne önünü görüyorsun, ne oynadığından bir keyif alıyorsun. Ben grafik takıntısı olmayan biriyim ama bu cidden katlanabilecek seviyede değil. Çektim grafik moduna 30 FPS’te oynadım. Asıl görsel keyif işte o zaman ortaya çıkıyor.
Bu oyunu 60 FPS’te oynamak kesinlikle daha güzel olsa da, performans modu çekilecek dert değil. Güncellemeyle çözecekler güya 1 aydır ama daha geçti gitti. Grafik modunda bile olan kaplama hataları, anti-aliasing problemleri; geçen oyunda yedikleri eleştiri yetmemiş gibi hala gidip bazı yerlerde PNG fotoğraflar kullanmalar falan, noluyor ya? 2024 yılındayız siz bizle dalga mı geçiyorsunuz? Hiç hoş değil bu durum ve 3. kısımda da çözüleceğine dair umudum ne yazık ki
kalmadı.
Ama bunların dışında atmosfer ve çevre tasarımları güzel. Uçsuz bucaksız açık dünyaları izlemek keyifli. Surat modellemeleri son zamanlarda gördüklerimin en iyisi olabilir. Savaş animasyonlarını ve ara sahneleri zaten yukarıda boy boy övdük. Ben oturdum artık merakla PC’ye gelişini bekliyorum ne yapalım… O durum da ayrı bir dava zaten. Kısıtlı exclusive’de yeni meşhur oldu. Ancak üzülerek demeliyim ki bunun 6 ayda falan geleceğini düşünmüyorum. Daha yolda Final Fantasy XVI falan da var. Rebirth’ü seneye falan görürüz muhtemelen -tabii umalım da ben yanılayım.
Orijinal müzikler, şimdi çok daha iyiler!
OG’nin müzik kütüphanesini hala açıp dinlerim. Benim için nerdeyse hepsinin çok özel yeri var ve oyun müzikleri içinde yapılmış en sağlam bestelerden olduklarını düşünüyorum. Yenilenmiş halleri ise bir o kadar harika tabii ki. Coşmam gereken yerde yeri geldi havalara uçtum, üzülmem gereken yerde de yine yeri geldi göz yaşlarımı tutamadım.
Deluxe Edition sahibi iseniz tüm parçalara ve de oyunun Artbook’una Square Enix Digital Content Vıewer’dan ulaşabilirsiniz. Çizimler her zamanki gibi harikalar.
Bu arada oyunda piyano da çalabiliyorsunuz! Mini-oyun kısmında bahsetmek gerekirdi ama sona saklamayı tercih ettim çünkü üzerine çok fazla düşünülmüş. Kesinlikle yazının müzik kısmına geldiğim için yeni hatırladığımdan dolayı değil… Bu arada gerçek piyano çalmaktan daha zor yani yeni bir Last of Us gitarımız var! Ancak oyunun müziklerini çalabilmek bir yana, size özgürce çalma hakkı da sunduğu için tebrik ederim.
Büyük birleşme partisine kadar elveda!
Reunion… 3. oyunun konusu işte tamamen bu olacak ancak bunu seneler sonra PS6 döneminde göreceğimizi düşünüyorum. Final Fantasy VII Rebirth iyi ki PS5’im var dediğim 3. oyun olmayı başardı. Önceki ikisi Spider-Man 2 ve Final Fantasy XVI idi. Rebirth’ü kesinlikle yeni nesil bir oyun olarak görmüyorum ancak kendileri ilk oyunun üstüne koyan kocaman bir yolculuk hikayesi.
Cid ve Vincent’ı oynatmamalarına hatta nerdeyse hikayenin belli bir kısmında yok saymalarına yalan olmasın biraz darıldım ancak ikisine de güzel bir DLC yapıp gönlümüzü alabilirler. Tıpkı Yuffie’ye yaptıkları Intergrade DLC’si gibi. Bu bağlamda beklemedeyiz efendim.
Elveda eski dostum! 3. kısmında görüşmek üzere diyelim. 2000TL’ye değecek bir yolculuk muydu peki? Valla bunu kolay kolay demem ama oyuna harcayacağınız bir 2000TL bütçeniz varsa Final Fantasy VII Rebirth PS5 için kaçırmamanız gereken oyunlardan biri. Bir başka yazıda görüşmek üzere!
İncelemelerimizin nasıl hazırlandığı ve neye göre puanlandığını merak ediyorsanız, inceleme politikamıza göz atabilirsiniz.