Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Final Fantasy XVI’nın inceleme kopyası, Square Enix tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Final Fantasy XVI incelememize hoş geldiniz! Öncelikle hayır; bu oyunu anlamak için önceki oyunları oynamanıza gerek yok. Final Fantasy, oyun dünyasının en köklü serilerinden bir tanesidir. Hani on altı tane oyunu -ki yan oyunlarla bu sayı uçar gider- var diye demiyorum. Gerçekten hala yeni bir oyunu çıkarken beni ilk günkü gibi heyecanlandıran nadir serilerden bir tanesi diyebilirim. Özellikle Square Enix, artık seriyi on beşinci oyun itibarıyla gerçek zamanlı aksiyon ile JRPG’lerden alıştığımız sıra tabanlı savaş sistemini harmanlamaya başladığından beri, hayran kitlesi daha da evrensele ulaşma yolunda emin adımlarla ilerlemekte. Ama benim için her zaman en üst nokta Final Fantasy VII olacaktır. Hatta daha bu sene çıkan Final Fantasy VII: Rebirth için yazdığım incelememi buradan okuyabilirsiniz.
Peki bugün konuşacağımız oyun ne ifade ediyor? Açıkcası lafı uzatmayacağım; Final Fantasy XVI benim için önemli bir yere sahip. İncelemeye başlamadan önce size kısa bir ön bilgilendirme yapmam gerek. Ben oyunu zamanında PlayStation 5 üzerinden saatlerce oynadım ve ilk çıktığı dönemde bitirdim. Sürükleyici hikayesi ve hayal güçlerimle bile süslemekte zorlandığım epiklikteki dövüş sistemi ile benim için kesin oynanması gereken bir PlayStation 5 oyunu idi. Ancak günümüze geldiğimizde, oyun artık PC’ye de çıktı! Ekibimizin Japon oyunları Baş Danışmanı olarak da tabii ki akıllara tek bir isim geldi!
Dürüst olayım, zaten siz de okuyunca anlamışsınızdır; hikayesi 40 saat üstünde süren ve ikinci oynanışta tamamen aynı şeyleri yaptığınız bir oyunu… Evet, tabii ki tekrardan bitirmedim. Ama size olan saygımdan ötürü, daha dolu dolu ekran görüntüleri almak adına ciddi bir kısmına kadar ilerledim ve şimdi hem en baştan taze şekilde oyunu inceleyeceğiz hem de bilgisayarda nasıl çıktığına bakacağız. Oyun zaten gerek hikaye anlatımı gerek ise dövüş sistemi olarak seriye devrim getirdiği için ise uzun bir yazı olacak. O yüzden vakit kaybetmeden başlayalım!
Bildiğimiz Final Fantasy ama Game of Thrones sosuyla!
Klasik bir incelemede yaptığımız gibi hikâyeden başlıyoruz. Başlığı doğru okudunuz, George R. R. Martin telif hakkı talep etse davayı kazanma ihtimali var. Çıktığı zaman bu tartışmalar zaten çok konuşulduğu için ben tekrardan kafanızı şişirmeyeceğim tabii ki. Final Fantasy XVI için “ara sahneler arasında epik dövüş mini-oyunları oynadığınız bir oyun” desek yanlış olmaz. Konsept olarak her oyunda, ileri teknolojinin büyüyle harmanlandığı karmakarışık evrenlerde geçen Final Fantasy serisi, bu oyun itibarıyla bizleri Orta Çağ Avrupası’na misafir ediyor.
Hikâyemiz, Valisthea adlı büyülü bir dünyada geçiyor. Bu dünyada “Mothercrystal” adı verilen devasa kristallerden elde edilen “aether enerjisi”, krallıklar arasında büyük bir güç dengesi sağlıyor. Ancak bu kristaller, yavaş yavaş dünyanın yaşam gücünü tüketiyor ve toprakları kurutarak “blight” adı verilen bir felakete neden oluyor. Dominant adı verilen kişiler, güçlü varlıklar olan Eikon’ların (ya da önceki oyunlardaki adı ile Summon’ların) güçlerine sahipler ve bu yetenekleri sayesinde politik ve askeri dengeleri belirleyen önemli karakterler haline geliyorlar.
Ana karakterimiz Clive Rosfield, küçük kardeşi Joshua’nın koruyucusudur. Joshua, ateş Eikon’u Phoenix’in dominantı olarak seçilmişken, Clive bu güce tam olarak sahip değil ama kendisi bir “Shield” olarak kardeşini korumaya yemin etmiş biri. Ancak beklenmedik bir ihanet sonucunda ailesi büyük bir trajediyle karşı karşıya kalıyor. Babaları öldürülüyor ve Joshua, gizemli başka bir ateş Eikon’u olan Ifrit tarafından katlediliyor. Bu olayların ardından Clive, onu doğumundan beri hiç sevmeyen annesi tarafından İmparatorluğa köle olarak veriliyor ve her şeyini kaybediyor.
Yıllar sonra Clive, artık İmparatorluk için çalışan bir ajan haline geliyor. Ancak çocukluk arkadaşı Jill’i öldürmesi ona emredildiğinde bu emre karşı çıkıp İmparatorluk karşıtı tarafa geçiyor. Bu sırada Cid adında bir adam yardımına koşuyor ve onun rehberliğinde -bir minnet borcu da olarak- dünyayı kurtarmak için Mothercrystal’ları yok etme yoluna giriyorlar. Cid, büyücülerin ve Dominantların özgürce yaşayabileceği bir dünya kurmayı hayal etmektedir. Bu süreçte Clive ise hem kardeşinin intikamını almak, hem de dünyanın kaderini değiştirmek için büyük bir savaşın içine girer.
Hikâyenin en beğendiğim noktası her bölümde bambaşka olayların yaşanmasıydı. Tempo çok çok iyi ve unutmayın, Final Fantasy XVI uzun bir oyun. 50 saate yakın bir deneyim sunuyor ve bunun %60’ı ara sahnelerden oluşuyor desem yalan olmaz. Ancak korkmayın, hikâye ve ara sahneler güzelse bu durum, hikâyeli oyun sevenler için hiçbir sorun teşkil etmeyecektir. Sadece oyun uzadıkça, “Umarım bir noktada hikâye kötüye doğru sarmaz, lütfen lütfen!” diye yalvarıyorsunuz. Ama yalvardığınızla kalıyorsunuz… Spoiler vermeyeceğim tabii ama ben hikâyenin finale doğru gittiği noktayı pek sevemiyorum.
Bu kısmı geçmeden önce eklemem gereken bir diğer önemli özellik ise, keşke oyunda daha fazla görsek dediğim “Active Time Lore” özelliği. Herhangi bir ara sahneyi istediğiniz yerde durdurup sahne içindeki karakterlerin kim olduğunu veya bahsi geçen diyalogdaki herhangi bir objenin ya da krallığın bilgisini anında okuyabiliyorsunuz. Umarım hikâyeyi takip etmesi zor olan her oyunda bu özelliği görürüz.
Eleştireceğim tek şey: Filler (Doldurma) görevler
Ana görev yapısı genel anlamda çizgisel ve dümdüz gitse de bazen size hayatı sorgulatacak kararlar verilmiş. Mesela zorunlu yan görevler gibi. Ana hikâyede ne zaman büyük bir şeyler yaşansa oyun size, “Haydi kardeşim, git biraz nefes al.” diyor. Ot topluyorsunuz, basit düşman gruplarını dövüyorsunuz… Ben gerçekten anlamıyorum. Bunlara ne gerek var sevgili Japon kardeşlerim? Yeter, her oyununuza şunlardan koymayın beni bile çıldırttınız. Bir bölümde uzaya çıkıyorum ve dünyanın en epik savaşlarından birini yapıyorum. Sonra yer yüzüne dönüp metal parçası topluyorum… Çıldırmamak elde değil.
Bir de oyunun anlamlandıramadığım bir açık dünyası var. Yani neden var? Dümdüz koridorlardan oluşuyor bu sözde “açık” dünyalar. Bir de bu dünyalara yan görevler koymuşlar, onlar yukarıda anlattıklarımdan bile sıkıcı içeriklere sahipler. Verdikleri ödüller de görevi yapmaya teşvik etmiyor açıkçası. Zaten sadece ana hikâyede ilerleseniz bile, oyun size gayet yeterli ekipmanlar veriyor. Bu yüzden ekstra bir görev yapmak son derece mantıksız. Bazı kısıtlı yerlere gidebildiğiniz bir dünya haritası da var mesela ama dediğim gibi; bir mantığı yok. Sadece ana görevlerden önce oradan gideceğimiz mekanı görmemiz ve yaptıklarımıza göre haritanın değişmesi tatlı gözüküyor.
Fantasy May Cry!
Sevgili okurlar! Benim eleştireceğim kısımlar genel olarak bitti, şimdi sıra deli gibi övme kısmında. Fazla iddialı diyebilirsiniz ancak Final Fantasy XVI, son yıllarda oynadığım en eğlenceli ve en epik dövüş sistemlerinden birine sahip. Hakimiyet tamamen sizde. Oyun ilk çıktığında “yüzükler” yüzünden dövüş sistemi, “her saldırı otomatik yapılıyor” diye bayağı eleştiri yağmuruna tutulmuştu. Ama okuyarak oynasak, bunlar yaşanmayacak işte. Yüzükler belirli saldırıları otomatize etmeniz için varlar. Takmadığınızda tüm hareketlerinizden siz sorumlusunuz ki zaten oyunu ben de öyle oynamanızı öneririm.
Final Fantasy XVI içerisinde temel amacımız; düşmanın “Stagger” barını bitirip sersemlemesini sağlamak ve gelen saldırılardan doğru zamanda kaçınmak. Ama ana karakterimiz Clive, hikaye ilerledikçe çeşitli Eikon’ların gücünü kullanabiliyor ve bunlardan sizin seçtiğiniz üçer tanesini de aralarında değişim yapa yapa dövüş esnasında değiştirebiliyor. Tanıdık geldi mi? Evet tıpkı Devil May Cry 5’teki gibi. Zaten bu sistemi yaratan Ryuto Suzuki abi de bu oyunda çalıştı. Tek tuşla Eikon güçleri arasında geçişler yapıp, diğer özel saldırıların bekleme süresi dolana kadar kendi ürettiğiniz element, büyü ve normal saldırı komboları ile düşmanları biçmek var ya… Hele bir o kadar da başarılı animasyon kalitesi ile birleşince tadına doyum olmaz bir eğlence katıyor.
Ana saldırı tuşuna uzun süre basılı tutarsanız, “Charged” saldırı yapabiliyorsunuz. Aynı zamanda dilediğiniz Eikon’a ait büyüleri de aralara sıkıştırabiliyorsunuz. Bazısı düşmanla mesafenizi kapatmak üzerine iken, bazısı “Stagger” barının yarısında atıldığında çeşitli avantajlar sağlıyor. Tüm bu saldırıları yetenek ağacından takip edip, harcadığınız puanları kolayca geri alıp yenileri ile değiştirebiliyorsunuz. Yetmedi mi? Bir de yegâne dostlarımızdan biri olan kurt Torgal’ı da savaşlarda efektif şekilde kullanabiliyorsunuz. “Atıl kurt!” diye bağırıp, onu sersemlemiş düşmanlara saldırtabilir veya canınızı tazeletebilirsiniz.
Bu saydığım çeşitliliği o kadar hızlı ve rahatça kullanabiliyorsunuz ki bunu tarif etmesi gerçekten güç. Her saldırıyı yapan tarafın siz olduğunu ve kontrolün yine sizde olduğunu iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Harika vuruş hissi de zaten cabası. Attığınız her darbe, etki ve tepki bakımından hedefi tam on ikiden vuruyor ve kontrolcü ile oynuyorsanız da güzel titreşimler ile geri dönüyor. İnceleme için klavye ve fare ile de oynamayı denedim ama… “Düşman başına.” deyip geçeceğim maalesef. Kontrol şemasını biraz daha zor yapsalarmış keşke, böyle olmamış.
Her Final Fantasy oyununda olduğu gibi kolye, zırh ve benzeri giyilebilir eşyalarda mevcut. Bunlarla bazı spesifik yeteneklerin hasarını arttırabiliyorsunuz veya çeşitli güçlere karşı defans sağlayabiliyorsunuz. Ben oyunda eşya alım-satım, zırh geliştirmesi ve yeni bir bölüme geçmek için uğradığımız merkez üssümüze her geldiğimde; etrafı da hunharca yağmaladığım için hemen hemen tüm eşyalarımın yenisini alabildim. Kılıçlarınızı da değiştirebiliyorsunuz ancak tek farkları görünüm ve belli bir miktar hasar artışı oluyor. Ekstra bir buz hasarıdır veya ateş hasarıdır, hiçbir şey yok. Savaşırken pek fark hissettirmiyorlar kısacası.
Gerçek zamanlı kontrol edilebilen Summon savaşları!
Tabii oyun bazen “Boss Rush” kafasına giriyor ve sürekli üzerine savaş üstüne savaş fırlatıyor. Hepsi de gayet eğlenceli ve pekte fazla tekrar eden savaşlar değiller. Ama spot ışığı başka bir noktada. Bu anı fan’lar olarak yıllardır sadece hayal edebiliyorduk. Başlığı atışımdaki heyecandan hala ilk günkü gibi mutlu olduğumu görmenizi istedim. Bakın sevgili okurlar ben bu olaya oyunun çıkışından önce de gösterilenler ile aşırı heyecanlanmıştım. Oyun çıktı, oynadım ve bazı savaşları kalktım ayakta oynadım. Üzerinden bir sene geçti, ben şimdi yine bilgisayarda oynarken hala nasıl heyecanlanabiliyorum…
Bu arada böyle yana yakıla anlattığıma bakmayın teknik açıdan Eikon savaşlarının çok bir esprisi yok. Bazısı tamamen tek bir tuşa ard arda basmalık savaşlardan ibaret. Hatta sadece Quick Time Event’lerden oluşan sürüyle havalı sekans var. Ama bazı savaşları da anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalır. Final Fantasy XVI hayatımda oynadığım en epik oyun. Eskisi gibi dilediğimiz zaman Eikon’a dönüşemiyoruz tabii. Sadece belli başlı önceden hazırlanmış sahnelerden ibaret. Ama bence hepimiz bu konuda tatmin olduk gibi hissediyorum.
Final Fantasy XVI teknik kısımları ve kapanış…
Teknik kısım tarafına bu incelemede çok fazla giremeyeceğim. Bunun en temel sebebi işlemcimin bayağı eski olması. Bu yüzden optimizasyon hakkında net yorumlar yapmam etik olmaz. Ama ekran kartım RTX 3070 olmasına rağmen maalesef oyunu iyi oynayamadım. DLSS açtığımda diğer oyunlarda net olarak fark ettiğim o pikselleşmeleri bu sefer göremedim. DLSS’i NVIDIA iyi pişirmiş diyebiliriz. Ama dediğim gibi işlemcim yüzünden 1080p ve orta ayarlarda (evet darboğaz yapıyor tabii ki) bile düzgün ve en önemlisi sabit bir performans alamadım. Bu yüzden konsol sürümünden daha çok keyif almıştım.
Öte yandan görsel olarak zaten çok sevdiğim bir oyundu ve bilgisayarı patlatmak pahasına sizler için çözünürlüğü 4K’ya alıp, tüm grafikleri kökleyerek çektiğim muazzam manzarayı da aşağıya bırakıyorum. Bu seviyede animasyon kalitesi ve muazzam grafiklerin birleşiminin, sizin bu büyülü evrene bağlanmanızı kolaylaştırdığı aşikar. Eğer oyunu sabit 120 FPS’de falan açabilen bir bilgisayarınız varsa, şiddetle yüksek kare hızına sabitleyip oynamanızı tavsiye ederim. E tabii böylesine epik bir oyunda müziklerden de bahsetmesek olmaz… Daha iyi bestelenemezlerdi. Sadece bunu diyeceğim.
Sonuç olarak Final Fantasy XVI, seriyi RPG formülünden bir tık uzaklaştırıp, açık dünya yapacağız ve oyunu uzatacağız diye zorladığı doldurma yan görevleri dışında çok çok başarılı bir oyun. Gerek hikâye anlamında size verdiği duygu ve düşünceler, gerekse dövüş sistemindeki epiklik ve rahatlık ile son yıllarda oynadığım en iyi oyunlardan bir tanesi. Marvel’s Spider-Man 2 hiç var olmasaydı, ben bu oyunu oynayabilmek için yine de PlayStation 5 alırdım. Ancak konsolu olmayanlar! Sizler şimdi bilgisayarda oynayabilecek ve bu devasa maceranın bir parçası olabileceksiniz. Daha ne duruyorsunuz? Okuduğunuz için teşekkür ederim, bir başka yazıda tekrardan görüşmek üzere.