Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Life is Strange: Double Exposure inceleme kopyası, Square Enix tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Selamlar! Bugün sizlerle ilk kez 2015 yılında hayatımıza giren Life is Strange’in ana kahramanı Max’in yeni bir macerasına dahil oluyoruz. Bu sefer farklı bir geliştirici tarafından yapılan ve Life is Strange’in devam oyunu olduğu belirtilen Life is Strange: Double Exposure nasıl olmuş gelin birlikte bakalım.
Beraber geçmişe yolculuk
Life is Strange 2015 yılında, ben daha 13 yaşındayken çıktı. O zamanlar sahip olduğum sınırlı bilgi sebebiyle oyunları genelde YouTube üzerinden izliyordum. Oynayabildiklerim de ya babamın indirdiği ya da benim muhtemelen virüslü şekilde indirdiğim oyunlar oluyordu. Steam’in varlığından o zamanlar bihaberdim. Hâl böyle olunca benim Life is Strange ile ilk tanışmam YouTube üzerinden oldu. Ve oynanış videosunu daha ilk açtığım an “Ben bu oyunu oynarım!” deyip kapatmıştım. O zamanki küçük aklımla bunu bir Life is Strange’de bir de The Wolf Among Us’ta yaptım. İkisinin de yeri hâlâ bende ayrıdır ama bugünün konusu Life is Strange. O yüzden oradan devam edelim.
Life is Strange’i ilk kez amcamlara gittiğimizde, amcamın PlayStation 3’ünü kurcalarken inik bir şekilde gördüğümde sevinçten çıldırarak gece herkes uyurken oynamıştım. Tabii bilmiyordum ki inik olan kısım meğerse ücretsiz olan ilk bölümünden ibaretmiş. Ama o bile bana yetmiş ve artmıştı! Aslında yetmemişti. Kimseyi kandırmayayım. Fakat nihayetinde tecrübe edebilmiştim! Böylece benim Life is Strange tutkum gelişti ve Steam ile henüz tanışmak üzere olan garibim küçük İdil’in yolculuğu başladı.
Nihayet oyunu oynayabildiğimde son bölümü henüz çıkmamıştı. Onu beklememdeki zorluğu ve heyecanı hayal meyal de olsa hatırlıyorum. Eve her gelen arkadaşımı bir şekilde Life is Strange ile haşır neşir ediyordum. Doğum günümde The Sims 4 ve Life is Strange oynadığımızı hatırlıyorum, o derece. Bendeki manevi yeri gerçekten çok ayrı ve bunu anlatma ihtiyacı hissettim. Yani bu yazıyı içinizden birisi yazıyor efenim!
Tabii boş boş sadece hayat hikâyesi gibi bunu anlatacak değilim. Neden benim için yeri ayrı, onu anlatarak yavaştan karşılaştırmalı şekilde Life is Strange’i ve Double Exposure’u da konuşalım.
Tam bir gençlik filmi diyebileceğimiz karakter tiplemeleri: Asi ve sorunlu kız, içine kapanık iyi niyetli kız, okulun zengin ve popüler kaba kızı, okulun zengin ve popüler erkeği… Ve beraberinde tüm bu hikâyeyi bambaşka yapan özel güç, gelmekte olan felaket ve Max ile Chloe’nin bağı. Evet. Life is Strange’i özel yapan asıl şey Max ve Chloe’ydi. Yıllarca Chloe’yle bağ kurmuş ve en yakın arkadaşımla Max ve Chloe iletişimini sürdürmeye devam eden birisi olarak size biraz daha bunu detaylandırmak istiyorum.
Ayrılmaz ikili: Max ve Chloe’nin yolları
Aralarında yalnızca bir yaş farkı olan Max ve Chloe, kendilerini bildi bileli en yakın dosttular. Küçük bir kasaba olan Arcadia Bay’de herkes herkesi tanıyor, hâliyle de komşular aile gibi oluyor. Bilimle ve alt kültürle uğraşmayı çok seven ve örnek öğrenci diyebileceğimiz çılgın Chloe, oldu olası fotoğraflara ve alt kültürle ilgilenen Maxine’imizle birlikte birbirlerini tamamlıyorlar. Birlikte çizgi roman yazma, korsan oyunu oynama, hikâyeler oluşturma… Çocukların yapabileceği aklınıza ne gelirse her şeyi birlikte yapan bir ikiliydiler. Yani aslında Chloe Max’in, Max de Chloe’nin her şeyiydi.
Bu durum, Max’in ailesinin Arcadia Bay’den taşınmasına günler kala Chloe’nin babasının araba kazasında hayatını kaybetmesiyle zedeleniyor. Life is Strange’de Max’in BEP raporunu görebiliyoruz ve buradan yüksek olasılıkla kendisinde otizm olduğunu söyleyebiliriz. Buna neden değindim hemen cevaplayayım; Sebebi Max’in bu üst üste gelen olaylarla başa çıkamadığı için Chloe’yi “Ghostlama” dönemine girmesine açıklık getirmek istemem. Max, Chloe’nin her şeyiydi fakat Max için Chloe de öyleydi. Nihayetinde bu kızların yolu üzücü bir şekilde ayrılıyor ve yeniden ölümle burun burunayken birleşiyor.
Oyun, bize hem oyun sürecinde hem de finalinde seçeneklerin önemli olduğunu hissettiriyor. Oyunda doğrudan “kelebek etkisi” dediğimiz durumu görüyoruz. Bununla birlikte Chloe’nin mavi kelebekle sembolize edilmesi ve mavi kelebeğin dönüşüm, yeniden doğuş ve özgürlük gibi anlamları olması da cabası. Life is Strange 2’den gördüğümüz üzere Arcadia Bay’i de feda etsek Chloe’yi de feda etsek oyun onu bizim seçeneğimiz olarak kabul ederek “kanonik” sayıyor. Hatta Life is Strange’in geliştiricileri Dontnod’a sorarsanız Arcadia Bay’i feda ettiğiniz takdirde Max ve Chloe’nin mutlu bir şekilde hayatlarını beraber geçirdiklerine değiniliyor. “Bazen bazı şeyler tadında bırakılmalı” düşüncesiyle devam oyunu yapmayı düşünmediklerini de defalarca dile getiriyorlar. Bize ise Life is Strange 2’deki o tatlı fotoğrafları ve David’in anlattıkları kalıyor.
Dontnod’un geliştirdiği Life is Strange, Deck Nine ile bir devam oyununa kavuşuyor
“Life is Strange” oyununu Dontnod Entertainment’ın, “Life is Strange: Before The Storm”u ise Double Exposure’u da geliştiren Deck Nine’ın geliştirdiğini belirtmemde fayda var. Dontnod aynı zamanda “The Awesome Adventures of Captain Spirit”le birlikte “Life is Strange 2”yi de geliştirdikten sonra seri tamamen Deck Nine’a teslim ediliyor. Life is Strange’in Remastered’ı olsun, Life is Strange: True Colors olsun tamamen Deck Nine’ın işi.
Before The Storm, Max ve Chloe’ye çok tatlı bir geri dönüş olarak “Farewell” bölümünü hayranlara sunarken ana odak olarak Chloe’nin geçmişini bizlere anlatıyordu. Max’ten sonra ne olduğunu ve Rachel’ın hayatına tam olarak nasıl girdiğini öğreniyorduk. Dürüst olmak gerekirse Before The Storm, Chloe’yi çok sevdiğim için Life is Strange’e tekrar bakmak istediğimde mutlaka geriye dönük olarak oynadığım, ama Life is Strange kadar sevemediğim bir yapım. Birazdan yeniden değineceğim fakat Double Exposure’un çıkacağı ilk duyurulduğunda ortaya atılan “Chloe olmazsa Max çok sıkıcı olur” düşüncesini kesinlikle yanlış buluyorum. En azından bu tarz bir oyunu ekstra keyifli yapan şeyin özel güç kabiliyeti olduğunun altını çizmem gerek. Fakat yine de hikâyeyi derinleştirme açısından Deck Nine, Before The Storm ile başarılı bir iş yapmıştı.
Sonuç olarak Square Enix, Dontnod’la anlaşamamış olacak ki stüdyoyla yollarını ayırarak Life is Strange markasını tamamen Deck Nine’a emanet etti. Burada bu konu kapandı sanmayın. Tabii ki de Double Exposure’u incelerken hem geliştiriciler hem de geliştiricilerin kararları hakkında daha detaylı konuşacağız.
Double Exposure çıkana kadar olanlar ve hayranların düşünceleri
Yukarıda değindiğim üzere, Dontnod’un zamanında defalarca “Tadında kalmalı” tarzındaki açıklamaları ve Life is Strange’in başka geliştiricilere emanet edilmesi gibi durumlardan dolayı Max ve Chloe’nin hikâyesinin sonlandığını düşünüyorduk. Fakat sürpriz bir şekilde Double Exposure bir anda duyuruluverdi!
Bu ne demekti? Max geri dönüyorsa Chloe de mi dönüyordu? Ama hangi son kanonik kabul edilecekti? Chloe’nin olmadığı sonu kanonik kabul ederlerse sadece Max’le oynamak sıkıcı olur muydu? Fragmanda Chloe’ye dair neden hiçbir şey gözükmüyordu? Yoksa gerçekten “Cüzdandaki o mavi saçlı kız”dan ibaret mi olacaktı? Daha ne işlenebilirdi ki?
Nihayetinde Max artık bir yetişkindi ve anlaşılan kendini yine lisede yaşadıklarına benzer bir durumun içinde bulmuştu. Fragmanda Chloe’nin bir kez bile gözükmemesi, Dontnod’un daha iç ısıtıcı ve sanatsal yaklaşımına nazaran Deck Nine’ın -Remastered işleri dahil- Life is Strange içeriklerini “orijinal” bulmayan hayranlarının kafasında oyun daha çıkmadan soru işaretlerine ve endişelere yol açmıştı. Bunun üzerine Double Exposure’un yapımcılarının “Arcadia Bay mi? Chloe mi?” seçiminde her ikisine de önem verdiklerine ve Chloe’nin de oyunda olduğuna dair imalarda bulunması, endişeleri bir nebze azalttı.
Sonuçta iki farklı evren vardı. Belki birisinde Arcadia Bay’i feda ettiğimiz, birisinde de Chloe’i feda ettiğimiz şekilde hikâye işleniyordu. Nihayetinde bunun benzeri Life is Strange’in çizgi romanında da yapılmıştı. Hâl böyle olunca “Acaba Rachel Amber’ı da yeniden görebilir miyiz?” gibi farklı evren düşünceleri de hayranlar arasında büyüdü de büyüdü…
Nihayet giriş: Double Exposure
Ve beklenilen an geldi. Max ve Chloe’ye yeniden kavuşma heyecanı ve sevinciyle son günleri sayıyordum. Fakat ben daha inceleyemeden bomba çok fena düşüverdi: Deluxe Edition’ı alan oyuncular, oyunun resmi çıkışından günler önce ilk iki bölümü oynama hakkını kazanıyorlardı. Hâl böyle olunca kafamızdaki tüm bu soru işaretleri anında çok sert tokatlarla birlikte siliniverdi. Bundan sonrasını aldığım Spoilerlardan kendimi arındırmış şekilde oyunu oynarken nasıl tecrübe ettiysem öyle anlatacağım.
Double Exposure’a ilk bakış: Vadedilenleri karşılıyor mu?
Life is Strange’den 10 sene sonrasında geçen Double Exposure’a tuhaf bir “Max’i giydirmece” oyunuyla giriş yapıyoruz. Niçin kıyafet seçim kısmını bu kadar ruhsuz ve oyunun son sürümü değilmiş gibi hissettirecek çiğlikte bırakarak bölüm başlarına “şak” diye yapıştırmışlar, anlamış değilim. Açıkçası çoğunu beğenmediğim ve Max’in de giymesine şüpheyle bakacağım iç-dış seçenekleriyle inceleyebildiğimiz kombinlerden en Max gibi hissettireni seçerek oyuna girişimi yapıyorum.
Bu tarz hikâye üzerinden mecburen diyalog-diyalog giden bir oyunun belli bir tempoya ve merak hissini aşılamaya ihtiyacı vardır. Hâliyle tempo da gerekiyor. Oyuna kısa bir süre sonra gizemli bir cinayete kurban gideceğini bildiğimiz Safi eşliğinde terk edilmiş bir binaya “giriş yaparken” başlıyoruz.
Oyunun mekaniklerinin alıştırma kısmı gibi bize sunulan süreçte bir şeylerle etkileşime giriyor, Safi’yle Max’in samimiyetini gözlemliyor ve fotoğraf çekme özelliğiyle tanışıyoruz. Life is Strange’de Max’in otomatik olarak yaptığı fotoğraf çekme eyleminin kontrolünü bu oyunda geliştiriciler tamamen bize vermiş. Her ne kadar açıyı biz seçemesek de “kareyi yakalamak” biz oyunculara bağlı. Alanı büyütüp küçültebildiğimiz gibi karşımızdaki kişi bir insansa onu hangi pozda yakalayacağımızı da biz seçebiliyoruz. Bu güzel bir düşünce ve karakterde hissetmek için kesinlikle artı olmuş. Fakat bu fotoğraf çekme anları haricinde de oyunda bir “fotoğraf modu” olsa fena olmazmış.
Ayrıca oyunun tam sürümü çıkmadan önce hayranlar tarafından yapıldığını umduğum Max’in günlük kesitleri beni gerçekten hayal kırıklığına uğrattı. Evet, oyun kesinlikle görsel olarak çok iyi durumda. Hatta bence Life is Strange’in sanatsal yapısını bir nebze baltalayacak kadar iyi duruyor ama o kadar da abartılacak bir şey değil. Yine de bu güzel görselliğe rağmen nasıl olur da neredeyse 10 sene önce çıkmış bir oyundan daha kötü günlük tasarımına sahip olurlar, anlamadım. Yazı fontu, arka plan seçimi ve çizimler çok yapay duruyor. Eğer okunamamasından çekiniyorlardıysa da çözümü bence bu olmamalıymış.
Günlük kısmına oyunda ek olarak mesajlaşma ve sosyal medya kısmı bulunmakta. Bu üç kısım oyunda oldukça aktif bir yer tutuyor. Çektiğimiz fotoğrafları sosyal medyaya yüklememiz mi dersiniz, evren değişimlerinde önümüze düşen farklı gönderiler mi dersiniz… Mesajlaşma kısmını en çok aktif olarak kullandığımız vakti bilmek isterseniz “Ornitorenk” diyeceğim. Gerisini size bırakıyorum.
Bu kısımlara her yeni içerik geldiğinde ekranımızın sağ üst köşesinde bildirim çıkması bence hem iyi hem de kötü olmuş. Takıntılı birisiyseniz sağ üstteki bildirimin baktığınız gibi gitmemesi ve tüm içeriklere bakmadan menüde yeni bir içerik olduğunu belirten kırmızı rengin yok olmaması can sıkabilir. Bazen o kadar içerik geliyor ki anlık da olsa oyunun asıl kısmından kopup onlarla uğraşmaya odaklanabiliyorsunuz. Bende bazı yerlerde birazcık öyle oldu, yalan yok.
“Cüzdandaki o mavi saçlı kız” ve hayran öfkesinin asıl kaynağına iniyoruz
Neyse efenim. Bu kısa, oyuna ve ana karakterimizin “yeni yakın arkadaşıyla” tanışma serüvenimiz sona erdiği gibi bizi karanlık ekranda Max’in “Güçlerim yitebilir” dediği ve Chloe’nin “Sorun değil, biz yitmeyeceğiz” dediği kısım karşılıyor. Ve hemen ardından fragmandaki o meşhur sahneye geliveriyoruz: Max’in cüzdanındaki o mavi saçlı kız…
Buradaki seçimlerimiz doğrultusunda Max’le Chloe’nin arasındakinin arkadaşlık mı yoksa sevgililik mi olduğuna karar veriyoruz. İçinizde bir heves oluştu, değil mi? Bu ne demek? Yoksa Chloe’nin oyunda önemli bir yeri olabilir mi? ÇAT. Deck Nine tarafından şakalandın! Hemen ardından gelen seçeneklerde ya ayrıldığınızı ya da Chloe’nin öldüğünü seçmek zorundasın. Ne güzel iki sona da saygı duymuşlar, değil mi? Bugünlerde sanırım şirketler tarafından hayranları keklemek, bebeği şekerle kandırmak kadar kolay görülüyor. İşler birazdan daha da komikleşecek, bekleyin.
Chloe Elizabeth Price’ın geçmişine dönüp bakmak ister misiniz? Babasının ölümünden ve tek yakın arkadaşının şehirden gitmesinden sonra dibi boylayan Chloe… Bizzat Deck Nine’ın yaptığı Before The Storm’da tüm günlüğünü Max’le dolduran, sürekli babasını kabuslarında gören, bir türlü “anı yaşamayan” ve “geçmişinin kurbanı olan” Chloe… Annesi kısa bir süre sonra başka birisiyle ilişki yaşamaya başladığı için annesini affedemeyen Chloe… Max’le yeniden karşılaştıklarında Max’in yokluğunda koruyucu bir melek gibi ona tutunabileceği dal vermiş Rachel’dan sürekli bahsetmesi… Bağlandı mı tam bağlanan ve asla kopamayan Chloe…
Bunları neden uzun uzun söyledim, hemen açıklıyorum; Max ve Chloe’nin ayrılma nedeni Max’ten ötürü olsaydı anlardım. Max kasabayı feda etmesinin ve o kadar insanın ölümüne neden olmanın suçluluğunu üzerinden atamadığı için zorunlu olarak Chloe’yi terk edebilirdi. Bunu gerçekten beklerdim ve karakter yapılarına mantıklı bulurdum. Fakat kurban olayım, kim nasıl bunda çözümü Chloe’nin karakterini bambaşka bir şekle sokmakta buldu ya? Chloe özgür ruhlu, anı yaşayan, geçmişi asla takmayan bir tip nasıl olsun? Max’in güçlerini havalı bulan ve her iddiasına girerim o güçler kendisinde olsa bir an bile düşünmeden Arcadia Bay’i feda etmeyi kendisi yine yapacakken nasıl oluyor da çözümü bunda buldunuz?
Durum o ki Chloe, Max’ten Max geçmişte yaşadığı için ayrılıyormuş. O geleceğe bakmak istiyormuş. Max’le yeniden karşılaştıklarında o kadar kalbi kırılmasına rağmen laf sokmalar harici Max’in dibinden asla ayrılmayan Chloe, oyunun finalinde “Bu hafta beni yıllardır olmadığı kadar güldürdün ve gülümsettin” diyen Chloe… Kimsenin ona değer vermediğini, bu sebepten de kendisini değersiz gördüğü için Max onu defalarca ve defalarca ölümden kurtardığında yine bunu hak etmediğini düşünen Chloe… Ne hikmetse Max onunla yaşamak istediğinde bunu kabul etmek istememiş, üstelik bunu absürt bir paranoyayla “Gücünü kullanıp bana zorla kabul ettirme” şartıyla yapmış. Oyun içerisinde Max’in kendisi gücünü en son Arcadia Bay’de kullandığını söylemişken bu çelişki nereden geliyor?
Başka bir çelişki ise Chloe’nin kendisi yaşarsa annesinin öleceğini o zaman zaten bilmesine rağmen oyunda sanki Joyce’un ölümünü sonradan öğrenmiş de buna ayrı olarak tepki göstermiş gibi yer verilmiş. Keza Life is Strange 2’deki o tatlı fotoğraflarının arkasına kavga ettikleri detayını ekleyerek 6 sene boyunca hayranların elindeki tek var olan ve güzel Pricefield içeriğini de karamsarlaştırmışlar.
Yetmiyor, Life is Strange 2’de Chloe’nin Max’le yaptıkları hiçe sayılıyor. David hiçbir şekilde oyunda geçmiyor, hâliyle onun Chloe’yle aralarının düzeldiğine de değinilmiyor. Daha da komiği, Chloe’nin Rachel’ın gitmek istediği yerlere gitmek istemediği detayı eklenmiş. Rachel’layken yaptırdığı dövmesini kapatmış, saçlarını maviye boyamaktan vazgeçip uzatan ve onların deyimiyle “geleceğe bakan özgür ruhlu” Chloe Price bunu nasıl yapmış? Sembolizme önem veren Dontnod, o fotoğrafta Chloe’nin maviden; yani, “üzüntü, yalnızlık ve depresyon” duygularından arınmasını göstermek isterken Deck Nine ise Chloe’yi onlarla yeniden bir etmiş.
Bu incelemeyi Rachel üzerinden tartışma konusuna çevirmek hiç istemiyorum ama Before The Storm’da Chloe’nin tüm günlüğü Max’e ithaf edilmişken Rachel’dan ötürü Chloe’nin Max’le bir şeyi yapmaktan çekinmesi saçmalık. Normalde “Max, Chloe’nin ilk aşkı” düşüncemi de argümanlarımla yazı içerisine sıkıştırabilirim ama hiç buna girmeden oyunun bize sunduğu bir şeyle yetineceğim: Chloe gerçekten o kadar ileriye bakan, anda yaşayan birisi olduysa o zaman bu detay nedir? Bu hikâyeyi Pricefield ikilisini sevmeyen birileri mi yazdı? Gerçi bu çelişkiler bunu bile mantıksız kılıyor. Birileri “Bu oyun bir şeyleri kabullenme, travmaları atlatma üzerine olsun.” demiş ve bunun üzerine Life is Strange’in popüler çiftini alıp harcamışlar. Olan bu.
Tüm imalarına rağmen Chloe’nin modellemesini bile yapmaya tenezzül etmeyen Deck Nine, vaatleriyle 9 yıllık köklü hayranları hayal kırıklığına uğrattı
Geriye dönüt diyaloglar içerisinde Chloe’nin seslendirmesinin farklı birisi olduğunu da fark edeceksiniz. Bu kısma yeniden değineceğim, merak etmeyin. Hâlihazırda elimizde olan fotoğraflarındaki görüntü harici hiçbir şekilde Chloe hakkında bir şey göremiyoruz. Oyun çıkmadan önce hayranlara o kadar ima yapılmışken nihayetinde modellemesinin bile yapılmasına gerek duyulmamış bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Mektupla ayrılmasının sinir bozuculuğu ya da mektupta yazanlara artık değinmek bile istemiyorum. Chloe’yi içeren her an öyle şaka gibi geldi ki oyunu komedi kategorisinden aday göstermemiz gerektiğini düşünüyorum. Başkalarının oyun sürecinde Chloe’yi ölü olarak seçmelerinden dolayı geçmiş tarihli bir gazetede önümüze çıkan Chloe’nin fotoğrafının Life is Strange’teki bir kesitten olmasına ve Chloe öldüğü için o karenin hiçbir şekilde var olmaması gerektiği saçmalığından bahsetmiyorum bile.
Bakın, burada bu çok önemli bir unsur. Life is Strange markasının hayran kesiminin hâlâ büyük bir kısmı sadıksa ya Pricefield ya da Amberprice ikilisinden dolayı sadıktır. İşin her türlü içinde Chloe var. Siz gelip de bu oyunun sosyal medya kısmında dalga geçer gibi Max’in Life is Strange’deki kabusunda Chloe ve Victoria’nın flörtleştiği anı bizlere sunarsanız insanlar tabii ki de tepki gösterir! Ekipten tek bir insan bile mi “Acaba abarttık mı biraz?” gibi düşünmemiş ya? Resmen oynarken ekibin bizlerle dalga geçtiğini hissetmeden edemedim. Başta “Chloe olmayacak, Max’e odaklanılacak” deseler bunların belki de hiçbiri olmayacaktı. Gerçi bu işlenişle… Neyse. Ben anlatıma geri döneyim.
Chloe’nin hikâyemizde önemli bir yerinin olmayacağını fark ettiğimiz andan sonra oyun bizi bir anda “Artık yeni birilerine açıl kızım, hayatını yaşa!” düşünceleriyle Amanda’nın önüne atıveriyor. Zorla flörtleşmemiz isteniyor. İlişki simülasyonu oynamıyoruz, yanlış anlaşılmasın. Birazdan bu oyun cinayet ve bilimkurgu-fantastik bir yapım olarak karşımıza çıkacak. Ama zorla flörtle uğraştırılıyoruz.
Karakterler oldukça yüzeysel, ilişkiler de gerçekçilikten uzak bir şekilde işleniyor
Açıkça konuşacağım, oyun boyunca sadece Safi’ye ve Gwen’e karşı bir samimiyet besleyebildim. O da bir yere kadar. Moses’e karşı da nötrün biraz üstüyüm. Max’in 6 aydır burada olduğunu hesaba katacak olursak, Moses’la samimiyetini bence oyunun en başlarında doğru dürüst yedirememişler. Daha çok “Safi’den ötürü kısmi bir samimiyetleri var” gibi duruyor ama oyunun ilerleyen vakitlerinde diyaloglardan öyle olmadığını anlıyoruz.
Square Enix’in ironik bir şekilde Life is Strange serisinin “eşcinsel oyunu” olarak tanınmasını istemedikleri açıklamasını hatırlıyor musunuz? Bu terimi tabii direkt eşcinsel olarak mı yoksa genel kapsamlı olarak kuir bireyler şeklinde mi almak istersiniz, size kalmış. Life is Strange çıktığı dönemde kuir bireylerin gerçekten çok önemli bir temsili olmuştu. Hâliyle de kuir bireylerin oldukça sevgisini ve saygısını görürken onlar için yeri çok ayrı bir seri hâline gelmiştir. Hâl böyle olunca günümüzde oynayan birisinin “woke” terimini tamamen yanlış bir anlamla hakaret olarak bu seriye yöneltmesi ya da kuir temsili yapılan oyunları düşünürken Life is Strange’in başta gelmemesini beklemek absürt geliyor. Fakat buna uzun uzun değinme nedenim bu değil, şimdi bu oyuna geliyorum:
Life is Strange’te kuir içeriklerini olay içerisinde doğal olarak görmeye alışkınız. Yani, bence bir içerikte olması gereken şekli de bu zaten. Fakat Gwen’in trans bir birey olduğunu oyuncunun anladığından emin olması için Double Exposure o kadar zorlamış ki ben bile oynarken “Ay anladık, tamam, iyi bir trans birey eklediniz ya!” dedim. Kuir oyun mecrasında çok önemli bir eşcinsel çifti ayırıp “Ama bakın, trans birey koyduk. Biseksüel karakterler de var. Max’e iki cinsiyetten de partner sunuyoruz” şeklinde beyaz bayrak uzatmaları… Değişik yani. Bunun yapay hissettirmemesini isterdim, onu demek istiyorum.
Cevabı aynı olan şıklarda tek şansınız soruyu atlamak gibi hissettiren zorunlu seçimler: Korkunç!!
Partnerden bahsetmişken ilişkilere dönelim, ne dersiniz? Hâli hazırda olan samimiyetler oyunculara güzel yansıtılamamış, flört kısımları da bizim oyuna başladığımız andan itibaren bir anda var olurcasına yapay oluşturulmuş. Hâliyle bu flört kısımları gerçekten öyle sinir bozucuydu ki… Max o kadar zamandır burada, damarları şimdi mi tuttu? Amanda ile samimiyetlerini zaten anlayamadım. Bir süredir tanışıyorlar mı, o anki hevesle konuşturtuluyorlar mı… Hiç anlayamadım. Fakat ne olursa olsun Amanda’nın samimiyeti bu zorlamalardan ötürü hiç geçmedi ve gerçekten yapay geldi. Sadece kendi kendilerine konserdeymiş gibi yaptıkları sahne hoşuma gitti, o kadar. Bir de neden hep aynı duruşu yapıyor, onu da anlamış değilim. Bana o kadar NPC hissi vermişti ki sırf ondan ötürü ekstra bir işkillenmiştim. Amanda hakkında fazladan kişisel sorunlarım var galiba…
Çok ironik olacak ama normalde itici olması gereken Vinh’le kimyaları daha iyiydi. Ama oyunu normal oynarken de karakterlerle flörte yönelme gereği ya da ihtiyacı hissetmedim. Hiç doğalından geliştiğini hissettirmiyordu. Zaten başta Amanda’yla olan bu “zorlama” anın ardından bence hikâye gereği hiçbir şekilde flört girişiminin olmaması gerekiyor. En yakın arkadaşın öldüğünde nasıl flört etmeyi düşünebilirsin ki? Şakası bir yana, tüm karakterler ve flört harici de ilişkiler genel olarak aşırı yüzeyseldi. Bu tarz oyunlarda karakterlerle empati kurabilmek lazım, bunun için de güzel bir hikâye ve derinleştirerek oluşturulmuş kişilikler lazım. Bu sadece görsel olarak gerçekleşecek bir şey değil ki. Neticede bu bir görsel roman değil, olmayanı bizim kafamızda oldurma zorunluluğumuz olmamalı.
Daha da komiği, Max’in Safi’yle kimyasının oyunun bize sunduğu flört adaylarından kesinlikle daha iyi olması… Bunun sebebine de hemen gelelim; Deck Nine bize kendi Chloe versiyonunu sunmuş. Evet efenim, Chloe’nin bu kadar karakter dışı ve mantıksızca yoldan çıkarılmasının tek sebebi bu. Aynı zamanda da Safi’nin Max’le kimyasının daha iyi olmasının sebebi de bu. Flört kısmını burada bitirmek istiyorum aslında ama dönmeden edemeyeceğim: Oyun bir ara zorlamanın o kadar cılkını çıkarttı ki tüm aksi seçeneklerime rağmen bir karakterle öpüşmenin eşiğinden döndüm. Bir de Max bunu matah bir şeymiş gibi “Ay iki kişi de beni arzuluyor” diye günlüğüne çizmesin mi… Yavrum senin derdin ne? Bu oyunun derdi ne? Amacınız ne? Bu tarz soruları oyunu oynarken çok sordum. Daha durun, bu hiçbir şey.
Nöroçeşitliliğe sahip birisinin renklerini yok etmeye büyüme diyebilir miyiz?
İlişkilerden bahsetmişken biraz da Max’in kendisine dönmek istiyorum. Kızçemiz nihayetinde 10 yaş almış, daha özgüvenli ya da nöroçeşitlilik durumunu “maskelemeyi” iyi öğrenmiş durumda. Fakat anlaşılan maskelemenin iç düşüncede de olduğuna ve bunun “büyüme” olarak bize ulaşması gerektiğinde karar kılmışlar. Nöroçeşitliliğe sahip bireylerin beyin gelişimi 35 yaşında sona eriyor, kaldı ki ne olursa olsun bu bireyler daha “renkli” şekilde insanlar arasından kendilerini belli ederler. Max’imiz ise henüz 28 yaşında ve fotoğrafçılığa olan ilgisi harici fazla… sıradanlaşmış. Neden? En basitinden yurt odasının, evinden çok daha karakterize durması tuhaf kaçıyor.
Tabii ki de bu konuda akademik bir bilgim olmadığı için harika bir analiz yapmam imkansız ama beni anlarsınız diye umuyorum. Moses’in otizme sahip bir birey ve Gwen’in de trans bir birey olduğunu oyunu görsel olarak analiz ettiğimizde rahatlıkla fark edebileceğimiz kadar iyi temsiller oluşturabilirlerken, ana karakterimizi bu konuda unutmaları bana tuhaf geldi. Acaba oyun fark etmemizi istediği şeyleri gözümüze gözümüze sokarak mı ancak bir şeyleri anlatabileceğini sanıyor? Belki de yazının ilerisinde yaşadığım düşüncelerin sebebi bundandır. O yüzden de değinmek istedim.
Max’in “renklerinden” bahsetmişken müzik zevkinden bahsetmemek olmaz. Ne yazık ki gitar çaldığı bir an oyunda yok. Açıkçası şu an düşünürken evinde gitar olup olmadığını bile hatırlayamadım. Varsa da hatırlamıyorsam yazık cidden. Ama bana değil, lütfen. Çalınabilseydi mutlaka hatırlardım, biliyorum. Deck Nine’ın ayıbı diyeceğim buna. O nedenle de sizi farklı şekilde müzikten bahsetmeye yöneltiyorum: Oyunun müzikleri.
Oyunun müzikleri, Life is Strange’in havasına sahip. Çalma listesi olarak açılıp mutlaka dinlenmeli!
Oyunun müzikleri kesinlikle çok iyi. Aldığım Spoilerlardan kaynaklı olarak gerim gerim bir şekilde oyunu açmadan hemen önce kendime zihnimi sıfırlayıp oyuna tertemiz bir başlangıç yapmam için söz verdiğim an, Dodie’nin “Someone Was Listening” şarkısıyla başlamak harika oldu. Tabii çok kısa bir sürenin ardından bize sunulan seçim tüm bu rahatlığımı yeniden elimden aldı ama oyunun asla görsel, müzik ve seslendirme açısından hakkını yiyemem. Bir iş düzgün yapıldığında hakkı verilmelidir. Övmek için övmeyi, gömmek için de gömmeyi hiçbir zaman mantıklı bulmamışımdır.
Yine de seslendirme hakkında bir iki yorumum olacak; Her ne kadar Chloe’nin sesini Ashly Burch olarak benimsediğim için Rhianna DevRies’inki tuhaf gelse de bu duruma taş atmayı doğru bulmuyorum. Before The Storm’da Chloe daha genç ve biraz da çekimser olduğu için onu seslendirmesi mantıklıydı. Fakat orijinaldeki Chloe’nin özgüvenini ve duygu tonlamasını tam olarak veremediğini düşünüyorum. Onun harici Safi’nin seslendirmenini genel olarak yetenekli bulsam da incelemenin sonlarına doğru kahkaha atmama neden olan sahnede ses tonlaması olarak duyguyu hiç veremediğini düşünüyorum. Max’in “It’s Photoshop! A deepfake, maybe. I don’t know!” sahnesini eleştirmeye bile tenezzül etmiyorum. Anında meme oldu o ses, öyle bir etki… Oyun hakkında en net hatırlayacağım sahnelerden birisi.
Diğer Life is Strange oyunları gibi bu oyunda da Türkçe dil desteği yok ama kedimiz var! Sizce nötrler mi?
Oyunun hikâye kısmına ara vermişken genel bilgilendirme yapmamda fayda var; Unreal Engine 5 ile yapılan ve PlayStation 5, Nintendo Switch, Xbox Series X/S ve Microsoft Windows platformlarında çıkan bu oyunda da diğer Life is Strange oyunlarında olmadığı gibi maalesef Türkçe altyazı bulunmamakta ve yaklaşık 12-14 saat bir uzunluğa sahip. Tabii bunları sadece bilgilendirme amaçlı anlatıyoruz.
Oyuncu dostluğu açısından oyun her ne kadar renk körü modu içermese de tasarımların baştan sona renk körlüğüne dikkat edilerek yapıldığı söyleniyor. Bununla beraber oyundan keyif almanızı öncelikli kılacak şekilde birçok görsel ayar bulunmakta. Verdiğiniz kararı sizden bir onay daha aldıktan sonra kabul etmesinden, Max’in gücünün parlaklığını kısarak daha az göz yorucu hâle getirilmesine; oynanışta görsel olarak fazla karışık yerleri atlayabilme imkanından intihar, transfobi, kan ve şiddet gibi kişisel olarak rahatsızlık duyabileceğiniz içeriklerin uyarısına kadar oldukça kapsamlı sunuluyor.
Oyunu yükseltilmiş versiyonuyla satın alırsanız Max’in dolabına ek kombinler ve son bölümlere doğru Max’in evinde olduğumuz anlarda bize eşlik edecek şirin mi şirin bir kedi ekleniyor. Oyun, kedinin görünümünü size seçtirirken birkaç tane de ad olasılığı sunuyor. Ek içerik olarak değil de oyunun tamamen içine yerleştirilseymiş, hatta hikâyeye mistik bir hava katması için Max’in güçlerinden etkilenmemesi gibi bir unsur katılsaymış daha anlamlı olurmuş. Gerçi bu dediğim ek paket olarak da işe yarar ama sırf bunun için para vermemek açısından diyorum. Çünkü sahnesi oldukça az, genel yoruma göre de sırf onun için pek değdiği söylenemez. Yine de oldukça tatlı düşünülmüş bir detay kendisi.
Oyun sanki inatla bizi Chloe’nin öldüğü versiyona yönlendirmek isterken ironik bir şekilde oyunu uzatmanın tek yolunun Chloe’nin yaşadığı versiyonu oynamaktan geçtiğini biliyor muydunuz? Chloe hiçbir şekilde oyunda gözükmezken, Max’in mavi saçlı bir şekilde Chloe kostümüyle “Fanların Favorisi Paketi” altında sunulan kombinindeki ironiye de değinmezsem şuracıkta çatlardım. Oyunda bir kez bile gözükmüyorken yine bir şekilde oyunun merkezi olmayı başarıyorsun Chloe Elizabeth Price, helal olsun sana. Çünkü oyun tamamen bundan ibaret. Safi mi ölmüş? Peh, öteki evrende yaşıyor zaten. Baksanıza, Max aynı Before The Storm’da Chloe’nin ona yaptığı gibi adını sayıklayarak acı çekerken kiminle flörtleşeceğinin peşinde. Arada da Safi’ye olanı çözmeye çalışıyor işte… Ha bir de güçlerini 10 yıl sonra yeniden kullanıvermiş, ne olmuş ki? Burada ilişki arıyoruz! Arıyor muyuz? Sanırım arıyormuşuz.
Max’in yeni güçleri ve bunlarla imtihanı: Oyun potansiyeli iyi kullanabilmiş mi?
Max’in güçlerinden bahsedelim biraz, değil mi? Güçleri, fragmandan bildiğiniz üzere artık “fotoğraftaki ana gitme” ya da zamanı geri almadan ziyade, evren değiştirebildiğimiz şekle evriliyor. Hatta öyle ki bir evrendeyken öteki evrenle görsel ve işitsel olarak bağlantıyı sürdürebiliyoruz. Safi’nin yaşadığı evren turuncu, yaşamadığı evrense mavi renkle bizlere sunulurken, evren değişikliklerini yalnızca haritadaki belli ışıltılı alanlarda yapabiliyoruz. Fakat bu değindiğim bağlantı kurabilmeyi her an her yerde yapabiliyoruz. Evren değiştirmenin belli alanlarla sınırlı olması aslında mantıklı çünkü ulu orta yapıldığı takdirde diğer insanlar Max’in aniden kaybolduğunu görecekler. Fakat bunu oyuncunun belli bir noktaya gitmesi gerektiği şeklinde değil de karakterimizin otomatik olarak çevresindeki insanlardan belli bir uzaklığa giderek yapacağı şekilde oyunda işleyebilirlerdi. Neticede zamanı geri alma özelliğini her an her yerde yapabilirken bunda sınırlamaya gidilmesi oynanışta kısmen tekrara düşürüyor. Hele ki oyun sorun çıkardığı zaman…
Dedektif Max’ciğimiz iş üstündeyken bize sunulan ürünlere istenilen sırada bakmazsak oyun bazen onlara bakmamışız gibi görevde ilerleme yaptırtmayabiliyor. Hâl böyle olunca “Acaba diğer evrende mi bir şey yapmam lazımdı?” düşüncesiyle sürekli bir noktaya giderek evren değiştirip oraya dönmekle uğraşıyoruz. Görev yönlendiricisinin bazen bize fazla bebek gibi yaklaştığını düşünürken bazen de hiç yardımcı olmadığını düşünüyorum. Misal, oyun boyunca hiçbir an olmayan “eşyayı oynatayım ki etrafında etkileşime geçeceğim bir ürün bulayım” unsuru aniden ortaya çıkabiliyor. Bundan dolayı da sen dakikalarca aynı odayı ve bilmem kaçıncı kez aynı binayı gezebiliyorsun. Gereksiz vakit kayıpları…
Vakit kaybından bahsetmişken biraz da hatalara değinelim. Oyunu bilgisayarda deneyimleyen insanlardan optimizasyon konusunda çok fazla olumsuz dönüt almış olsam da ben bir sıkıntı yaşamadım. Benim yaşadığım sorunlar daha çok modellemelerle ilgiliydi. Kimisi can alıcı kimisi de ekranla birkaç saniye bakışıp “Tuhaf” diyeceğiniz türdendi. Yeni bir sahneye geçtiğimizde Max’in kombinin aniden kafasına göre değişmesi, hikâyenin gidişatında kilidini açmak için yöneldiğim çantanın hâlihazırda açık hâlini masada görmem… Bu ikincisi bayağı afallatmıştı, yalan yok. Max’in görünümünün değişmesine bile daha normal tepki vermiştim. Yoksa bunların hepsi farklı evrenlerin oyunu mu? Dın dın dınn!
Oyun, insanları ikiye ayırıyor: Kimisi ikinci ve üçüncü bölümü çok iyi bulup dördüncü ve beşinci bölümü beğenmezken kimisi ise tam tersini söylüyor
Oyunun ilk bölümü gerçekten tempo olarak çok yavaştı. Life is Strange’in ilk 20 dakikasında doğrudan hikâyenin içerisine çekilirken Double Exposure’da bu birinci bölümün bitiminde oluyor. Hâliyle de asıl tempo ikinci bölümde yükselmeye başlıyor ve üçüncü bölümde doruğa ulaşıyor. İlk bölüm üfleye püfleye bitmek bilmezken ikinci ve üçüncü bölümün nasıl geçtiğini anlamadım. Keza üçüncü bölümle birlikte “Belki de güzel bir iş çıkarmışlardır” düşüncem de dördüncü bölüm ve akabinde finalle hız treninde dibe yöneliverdi.
Direkt Spoiler vereceğim çünkü ben farklı bir şekilde bu oyunu anlatabileceğimi düşünmüyorum. Hikâyeli bir oyunun dakikalardır devam oyunu olarak sadık kalamadığı unsurları işledik, şimdi de ondan bağımsız içerikleri konuşacağız.
Farklı evrendeki ve belki de bizim geleceğimizden gelen bir Max’in Safiya’yı öldürdüğünü öğreniyoruz. Bunun üzerine “O Max nerede ve ne yapıyor,” düşüncesiyle birlikte “Acaba bizim Max’imiz mi bunu yapacak?” düşüncesi beraberinde geliyor. Max’in gücü artık çok daha kapsamlı ve bu hikâye oluşturma açısından muazzam bir potansiyel sunuyor. Fakat bu potansiyeli ne kadar kullanabilmişler, ona bir bakalım.
Bizim gezebildiğimiz iki tane evren var: Birisi kendi evrenimiz, birisiyse Safi’nin yaşadığı bir evren. Oyunun neredeyse başından itibaren etrafta toplayabileceğimiz polaroidler bulabiliyoruz. Fotoğraflar başta kimliği belirsiz şekilde başlasa da sonradan Max’in elinden çıkma olduğu anlaşılıyor. Polaroid’i elimize aldığımızda hem görseli görüyor hem de o anları dinleyerek kısmen yaşıyoruz. Fakat bunları madem bizim oynattığımız Max çekmedi, o zaman kim çekti? Diğer Max mi? Yoksa gelecekten bir kesit mi? Yoksa başka evrenler de mi var? Bunların cevabını alabildik mi, bakalım.
Diğer Max sandığımız kişinin Safiya çıkmasıyla ve Safiya’nın şekil değiştirebilme özelliğine sahip olduğunu öğrenmemizle biten üçüncü bölüm, merakımızı giderebileceğimiz bir sahneyle başlıyor. Buradan itibaren tüm karakterler, hikâyeyi doğru dürüst oturtamadıkları için karakter gelişmesi ya da gidişatı namına hareket edememeye başlıyorlar. Ve maalesef yukarıdaki soruların büyük bir kısmının cevabını alamıyoruz. Evren değiştiren Max’imizin o evrenin Max’iyle otomatik olarak bir olması, düşününce kafama çok yatmayan bir durum. Ancak iki Max aynı anda aynı yerdeyse bunun sorun çıkartmayacağını düşünüyorum. Diğer türlü, düşünsenize; insan içindeyken öteki aniden kayıp mı oluyor? Bu tam olarak nasıl işliyor? Zaten aynı sebepten oyunun sonlarına doğru bir yerde yine kafam çok karışıyor, ona da değineceğim.
Life is Strange’in devam oyunu Double Exposure, daha çok “Deck Nine versiyonu Life is Strange” gibi olmuş
Kabataslak Life is Strange’in tıpkısının aynısı işlenmiş. Bir okulu al, Max’i içine koy, ölmüş ama şu anda hayatta bir yakın arkadaş koy, onun eski yakın arkadaşı okuldaki bir akademisyen tarafından -dolaylı da olsa- öldürülmüş olsun ve bunu açığa çıkar. Ee, ne bu? Biz Deck Nine’ın Life is Strange’ini mi oynuyoruz? Üstelik gençlik filmi tarzında bir kopyası… Safi’nin yakın arkadaşını intihara sürükletip sonra da onun yazılarını kendi yazısı gibi yayımlayan akademisyenin yaptığı iğrençliği nasıl ortaya çıkartıyoruz biliyor musunuz? Barda slayt gösterisi olarak sunuyoruz. Evet, sadece bu. Polis molis yok. Yuhalanıyor, adam tripleniyor ve sonra Safi’yle uzakta tartışıyorlar. Tüm bir bölüm bu “lise bebelerinden hallice zorbayı zorbalama” tarzı durum içerisinde geçiyor. Sonra da zaten orijinal Life is Strange’in 5. bölümünün berbat bir uyarlamasına tanıklık ediyoruz.
Max yine kabus içerisinde… Bu sefer kabus bile kabusa benzemiyor. Safi’nin şekil değiştirme özelliği insanların zihnine girerek çalıştığı için ve bir şekilde onları transa da sokabildiği için insanları, onların fotoğraflarını çekerek kurtarmamız gerekiyor. Tek tek insanların fotoğraflarını çekiyoruz? Başta zaten anlamlandıramadığım bir şekilde aniden Safi’nin vurulması gereken sahneye dönünce ve Safi gayet bilinçli konuşunca evrenlerin birleştiğini de algılayamadım. Orada hikâyeden bir anlığına koptum ve sonradan jeton düştü. O kadar saçma bir anlatım sunmuşlar hatta sunamamışlar bile ki neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. Keşke bu dediğim kaliteden olsaydı…
Hikâyeli oyunlarda mantığın önemine dair güzel bir örnek
Chloe’yi feda etmediğimiz takdirde Life is Strange 2’de kasırganın Max ve Chloe’yi takip etmemesi, bunun tamamen kelebek etkisinden kaynaklı olarak kasabayı etkilediğinin kanıtıydı. Başka hiçbir süper güce sahip karakterde bu kasırga durumu olmazken neden yine bu Double Exposure’da gerçekleşiyor? Hadi gerçekleşti diyelim, kasırganın içine nasıl girebilirsiniz ya? Nasıl bir mantık bu? Ellerini kollarını sallaya sallaya kasırganın içine giriyorlar. Bundan hemen önce Safi’nin annesiyle olan kavgasında “Eh be ablam, kitabını paylaşacak başka yayıncı mı bulamadın?” diyecek kadar sızlanmasından bıktım. Bu da olunca oyuna karşı hepten ciddiyetim yok oldu.
Dontnod her şeyini özenle, sembolizme ve sanat kısmına dikkat ederek yapan bir ekipti. Chloe’nin mavi kelebeği profil resmi yapmasındaki saçmalığı da geçiyorum, güzelim sembolizmden fiyasko bir sahneye bağlamalarını gerçekten beklemiyordum. Life is Strange’de Chloe’yle karşılaştığımız ilk sahneyi hatırladınız mı? Onu hayal edin: Nathan Presscot yerinde Max, Chloe yerinde Safi’yi görünce ve bizim Max arkadan “Hayır!” diye çıkınca yakın zamanda attığım en yüksek sesli kahkahayı bastım.
Ondan sonrasında zaten pek bir şey yok. Oyundaki azıcık modellenen sahneler içerisinde Max ve Safi gördüğümüz kıyafetlerini değiştire değiştire konuşmaya giriyorlar. Koskoca 6 ay boyunca bizim gördüğümüz başka hiçbir şey yapmadıkları için tabii… Şehirde sadece bar, okul, Max’in evi ve teras var. Başka hiçbir şey yok tabii (!). İşte o sahne geçişleri beni o kadar etkileyebildi.
“Life is Strange: Double Exposure”, oldu size “Life is Strange: X-Men Prologue”
En sonunda can alıcı, oyunun asıl ortaya çıkma sebebi geliyor. Safi bize başka özel güce sahip insanların da mutlaka olduğunu ve onları bulmak istediğini söylüyor. Yani kendi minik X-Men’ini yapmak istiyor. Olay tamamen buydu arkadaşlar. Yani bizim Life is Strange 2 çıktığında “Aa bunlar bu gidişle X-Men gibi bir şey yaparlar. Bari orada Max ve Chloe’yi tekrar görebiliriz!” şeklinde oluşan hayallerimizi kısmen gerçekleştirmek istemişler. Bunun için de geri canlandırırlarsa eski oyuncuların mutlaka ilgisini çekecek bir karakterle bu açılışı yapmak istemişler. Düşüncenin potansiyeli olsa da işleniş şekli kesinlikle fiyasko olmuş.
Doğru dürüst giriş-gelişme-sonuç ilişkisi bile kuramayacağınız kadar muallakta bir hikâye ile Safi’nin isteği hiç kimsede merak ve heyecan uyandırmaz. Zaten Max’i dinleyip “kötü adam dönemi”ne girmenin kıyısından döndü mü, ne oldu, onu bile anlayamadım. “Ne, neden yaşandı, sonucu ne oldu?” kısmını devam oyunu yapmak için öyle varla yok arası bırakmışlar ki oyun kendi içinde bile doğru dürüst final bulamamış. Max’in karakter gelişimi yerine karakter gerilemesi göstermesine de değinmek lazım: Hayranlara “Bu hikâye ileriye bakmayla ilgili” deyip Chloe’yi hikâyenin uzağında tutma sebeplerini “Ahlaken” olarak açıklarken hikâyeyi Max’in kötü adam olmaya çok yakın Safi’ye katılmasına bağlamaları aşırı çelişkili.
“Oyun nasıl bitiyor?” derseniz; Artık insanlar Max’in güçlerini biliyor, bu bir sır değil. Max de barda samimi olduğu kişilerle tek tek vedalaşıyor. Safi gitmeden önce döndüğünde ona katılıp katılmama kararınız diyaloglarda kısmen değişiklik yapsa da final görünümde hiçbir değişiklik yapmıyor. Oyundaki diğer her şeyi sözde seçtiğimiz ve hiçbir elde tutulur değişikliğe sebep vermediği gibi bu da şaşırtmadı. Oo, Moses’in saçının bir kısmı beyazlaştı! Ne olay ama! Daha da büyük olay: Tüm bir oyun Chloe diye ağlaşıp duran Max’imiz, oyun sonunda Chloe’den gelen mesaja cevap bile vermiyor. Yoluna bakacakmış! Süpersin Max, kim tutar seni be!
Finalde ismini bile unuttuğum ama görünümü gerçekten çok hoş tasarlanmış siyahi kızçemizin de özel gücünün olduğunu öğreniyoruz. Bunu görmüyoruz fakat burun kanamasından ve Safi’nin ona dediklerinden anlıyoruz. Buna gerçekten heyecanlanan oldu mu? Ciddi soruyorum. Ben kızın ismini bile unuttum. Gerçekten devam oyunu bekleyen ya da heveslenen var mı? Bir de oyunun sonuna jumpscare gibi “Max Caulfield geri dönecek!” diye iliştirmişler. Keşke biz de hâlâ kendi kendimize “Max ve Chloe’nin devam oyunu gelse ya” diye yakındığımız bir evrene geçebilsek…