Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Metaphor: ReFantazio incelememize hoş geldiniz sevgili okurlar! Özellikle Persona ve Shin Megami Tensei oyunlarıyla JRPG severlerin gözdelerinden biri olan Atlus, bir süredir yeni markasını geliştiriyordu. Bu yeni marka içerdeki yazarların konfor alanlarından çıkmasını sağlayacak gibiydi. Çünkü daha Final Fantasy tarzı duran “eski çağın ileri teknolojilerle harmanı” tadında bir evren oluşturup, bunu belli ki Buz ve Ateşin Şarkısı gibi entrikalarla dolu bir hikaye ile sunacaklardı.
Beklentilerimi törpülemeyi hiç beceremeyen bense yer yer hayal kırıklığına uğrayacak olsam da genel anlamda oyunun başından mutlu bir şekilde ayrılacaktım. Gelin bu durumları biraz açalım ve incelememize başlayalım.
Kral mı ölmüş? Evet, ben yaptım
Hikayemiz daha siz oyunu açar açmaz, Atlus oyunlarından alışık olduğumuz anime sahnelerinden biri ile başlıyor. Yatağında yatan gariban yaşlı Kral’ın baş kötümüz Louis tarafından katledilmesini izliyoruz. Daha sonrasında ise Kral’ın naaşını bulan saraydaki kişiler, tüm devlet erkanlarını bir araya toplayıp sıradaki hamlelerini yapmak için tartışmaya başlıyorlar. Kral’ın oğlu olan Prens’te ölü bilindiği için aniden ortaya çıkan Louis, bir halk oylaması yapılıp kim seçilirse onun Kral olması gerektiğini söylüyor. Aslında bu konuşmasından sonra da herkes Kral’ın katilinin o olduğunu az çok anlayacaktır.
İşin komiği ise adam bunu hiçbir zaman inkar etmiyor. Burada ben Louis için ayrıca bir paragraf açmak isterim çünkü kendisi Atlus oyunlarında gördüğümüz en ilginç kötü karakterlerden biri. Ben bu kadar yüzsüzünü görmedim. Adama, “Şöyle suçlar işlemişsin.” diyorlar, sadece gülüp “He yaptım ne olmuş?” diye sırıtıyor. Kral’ın cinayeti dahil olmak üzere hiçbir şeyi inkar etmiyor ve kimse de bir şey diyemiyor. Çünkü kendisi abartılı derecede güçlü ve ekrana her girdiğinde sizi geriyor.
Neyse biz hikayemize devam edelim. İsmini bizim belirlediğim ana karakterimiz ise Kral’ın öldü sanılan oğlu Prens’in yakın bir dostudur ve onun aslında bitkisel hayatta olduğunu bilen nadir kişilerden de biridir. Prens’i yavaş yavaş öldüren kara büyüyü bozmanın ve onu kurtarmanın tek yolu ise büyüyü yapan kişinin, yani Louis’in -evet, bunu da o yapmış- ortadan kaldırılması ile olacaktır. Bu noktada Louis’in iktidara geçmek için başlattığı seçim hareketine biz de katılıyoruz ve ülkeyi geri almak için yolda karşılaşıp tayfaya kattığımız dostlarımızla beraber dur durak demeden çalışmalara başlıyoruz.
Yine bir parantez açarsak Metaphor: ReFantazio’nun hikayesini sunuş şekli tıpkı Persona oyunlarındaki gibi çok başarılı. Bir noktada gerçekten “Evet intikamımızı alacağız, ülkemizi geri alacağız.” modunda, aşırı ciddileştiğim kısımlar oldu. Bazen de çok kızdım. Ben bir oyunda bu kadar ırkçılığa uğradığımı hatırlamıyorum. Evrende bazısı çeşitli hayvanlardan farklı özellikler almış değişik ırkta vatandaşlar var ve bizim karakter de pek sevilen bir ırktan değil. Bunu hikayede yansıtırlarken yazdıkları diyaloglara hayran kalmamak elde değildi.
Ayrıca hikayenin gittiği rota, verdiği mesajlar ve bizim dünyamızdan “fantastik bir roman” gibi resmedilmesi olsun Metaphor: ReFantazio evrenini her detayıyla çok çok beğendim. Burada yine yazarlar güzel iş çıkarmak bir yana aslında bayağı da uğraşmışlar. Çünkü böyle bir evren yaratabilmek için çok ciddi tarih ve lore kasmak gerek. Umarım da bu evrende geçen daha çeşitli oyunlar görürüz.
Benzer sistem ama güzel eklemeler var
Oynanış tarafında en merak ettiğiniz kısım olan dövüş mekaniklerine geçmeden önce biraz yeniliklerden bahsetmek istiyorum. Benim gözüme çarpan en net yenilik yan görev çeşitliliği oldu. Persona’larda biliyorsunuz ki çeşitli zindanlara giriş yapıyoruz. Mesela ana hikaye görevleri dışında Persona 5’te Mementos adında metroda geçen bir zindan vardı. Yan görev olarak orada gezip, Phantom Thieves görevi gereğince duygularının değişmesi istenen kişileri bulurduk. Ancak Metaphor: ReFantazio, Persona gibi sanal bir dünyada geçmiyor. Bu yüzden yan görevler tek bir mekanda geçen basit işlerden ibaret değiller. Büyük, fantastik bir dünyası var ve ana görev içerisinde değilseniz geniş bir kısmını da istediğiniz gibi gezebiliyorsunuz. Ama böyle bildiğimiz açık dünya değil tabii ki. Haritadan seçebildiğiniz noktaya gidebiliyorsunuz. Ayrıca kılıca binme… Evet kılıca binip sörf yapar gibi gezebildiğimiz için artık ulaşımımız çoğu zaman daha rahat.
Tıpkı diğer Atlus oyunlarındaki gibi karakteristik özellik kazanmak yine gayet önemli bir rol oynuyor. Şehirden alacağınız yan görevler ile spesifik bir özelliğin seviyesini arttıracak deneyim puanı kazanabilirsiniz. Üstüne bazen yeni bir silah veya ekipmanda kazanabildiğiniz için aslında yan görev yapmak keyfi olmaktan çıkıyor. Biraz daha rahat ilerlemek isterseniz bu görevleri yapmalısınız ki oyun bazı yerlerde sizi iyi zorluyor. Her biri farklı ve güzel hikayelerle bezenmiş yan görevler hem evreni daha iyi anlamanızı hem de karakterlerle bağ kurmanızı kolaylaştırdığı için ben çoğunu çok beğendim. Bir de farklı lokasyonlarda farklı görevler yapmakta beni motive etti. Bu görevleri yaparken hiçte sıkılmadım çünkü “Grind” yapmam isteniyorsa varsın böyle yapayım.
Beklentileri dağıtan o malum durum…
Şimdi girişte de bahsettiğim, beklentiye girmeme sebep olan ve haliyle de bu beklentilerimi boşa çıkaran durumlardan bahsedelim. Şahsen dövüş sistemini diğer oyunlarına nazaran daha farklı yaparlar sanmıştım. Çünkü bazı kısımlarda gerçek zamanlı aksiyona dönüp, sonrasında sıra tabanlıya geçtiğimiz sekanslar olduğunu görünce, daha hibrit bir sistem bekliyordum. Ne yazık ki sadece düşük seviye düşmanları hızlı alt etme sistemini cilalamışlar. Sürpriz saldırı yapmak için düşmana arkadan yaklaşırken ve bazen de kalabalık gruplara saldırırken bu hızlı saldırı özelliğini kullanıyorsunuz ve… O kadar ne yazık ki.
Hayal kırıklığım bununla da sınırlı değil. Ben bu sefer Persona ve Shin Megami Tensei’den daha farklı bir sistem görürüz diye umuyordum ama… Bir ara sahne geldi, içimizde bir güç uyandı sonra devasa bir “Meka”, savaşlarda bize yardım etmeye başladı. Gerçekten mi Atlus ya? Bir de utanmadan hala Velvet Room benzeri bir mekan ve başına da dümenden Igor gibi birini koymuşlar. Spoiler vermeyeceğim elbette oyunda mantıklı bir bağlantısı var ve gerçekten de güzel bir hikayeye sahip. Ama çok aynı şeyi oynuyormuşum gibi hissettiriyor be! Ben artık bu kadar yetenekli yazar ekibi olan ve böylesine sanatsal çalışan bir ekipten oynanış tarafında da yaratıcılık bekliyorum.
Çünkü benim burada gördüğüm şey “Persona oynanışını farklı evrenlere nasıl entegre edebiliriz?” diye kafa patlatıp, akabinde buna bir kılıf uydurmaları. Metaphor: ReFantazio bence bambaşka bir yoldan gitmeliydi. Karakterleri liseli yapıp, kapağa Persona 6 yazıp çıkarsalar kimse yadırgamazdı. Biraz sert bir eleştiri oldu ki aslında bu duruma o kadar da içerlemedim. Sadece… Bakın; sevdiğimiz bir formül, bunu kabul ediyorum. Ama artık suyunu sıktılar. İşin daha da kötü tarafı sonraki büyük projeleri muhtemelen Persona 6 olacak ve korkarım ki biz yine aynı oyunu oynayacağız.
Dövüş sistemini detaylandıralım!
Dövüşteki ana temel oynanış döngümüz; karşımızdaki düşmanın zayıf noktasını bulup, tur bazlı sistemi olabildiğince elimizde tutmak ve savaşları da sundukları farklı farklı taktiklerle bitirmek üstüne kurulu. Ana karakterlerimiz farklı Archetyple’lar (Persona) sayesinde çeşitli büyüler veya fiziksel saldırı güçleri ile özelleştirilebilir yeni yetenekler kazanıyorlar. Zorlu savaşlar öncesinde de More’un (Igor) hayaleti ile konuşup Akademia’ya (Velvet Room) gidip istediğiniz değişimleri yapabiliyoruz. Baktınız savaş çok zor gidiyor ve kaybediyorsunuz SONUNDA savaşı baştan başlat tuşu getirilmiş. Persona 5 oynarken çok aradığım bir özellikti ve sürekli hızlıca ileri sarıp tüm karakterlerin ölmesini bekliyordum. Bu tamamen oyuncu dostu bir özellik olmuş, not olarak düşmek istedim.
Bunlar dışında karakterlerimizin hikaye ilerledikçe aralarında kurdukları bağ güçlendikçe birlikte yaptıkları özel saldırılar serinin önceki oyunlarındaki gibi havalı animasyonlar ile desteklenerek burada da yerini korumuş. Keza yine her JRPG’de olduğu gibi şehirlerdeki tüccarlardan can, saldırı veya durum geliştirme eşyaları/potları alıp savaşlarda kullanabiliyorsunuz.
Çoğunuzun “Palace” deyince anlayacağı ana zindanlar ise görev serilerindeki zaman sınırları dahil olmak üzere aynen korunmuş. Bu zindanların tasarımları hoşuma gitmekle beraber bence oyunun dövüş sisteminin parladığı en net noktalar benim adıma Boss savaşları oldu. Yine önceki oyunlardaki gibi belirli can yüzdesinin altına indikçe değişen fazlar ve sizi farklı oynanış biçimlerine sokmaya zorlaması sayesinde aldığım keyif, yer yer zor olsalar bile beni gayet tatmin etti. Gördüğünüz gibi oynanış bakımından da değil, tematik olarak da benzerlikler çok göze çarpıyor. Bu da ister istemez farklı bir şey oynadığımı pek fazla hissettiremedi. Ama canları sağ olsun, bu hali de zaten çok keyifli. Siz ilk defa bir Atlus oyunu oynayacaksanız ne mutlu size!
Sanat işi deyince, Atlus gelir zihinlere!
İşin sanat tasarımı ve görsellik tarafında Atlus’un ne kadar şova kaçtığını az çok hepimiz biliyoruz. UI tasarımları çoğu kişi için göz yorucu olabilir ancak bunu sunuş tarzı ders olarak okutulması gereken bir konu diye düşünüyorum. Ayrıca kabul etmekte gerek, artık bu tasarımlar ikonik hale geldi. Menü tasarımları, dövüş ekranındaki efektler bir yana, bu sefer oyunumuz daha açık ve geniş bir dünyada geçtiği için çevre tasarımları da önemli rol oynuyor. Kalabalık alanlar, düz araziler ve zindanlar bu kendine has sanat tasarımı ile fazla tekrara düşmekten olabildiğince uzaklaşıyor.
Animasyonlar desen savaşlarda resmen şov yapıyor ama parladıkları nokta tabii ki ara sahneler oluyor. Bazen PS5 özelinde konuşursak, kare hızı düşüşleri yaşansa da oyun kalan kısımlarda teknik anlamda kusursuz çalışıyor. Seslendirme tarafı ise yine özenle ve seslerini tanıdığımız aktörlerle yapılmış. Ben Japonca oynadım ancak İngilizce dublajını da deneyip beğendim. Müziklere gelirsek, burada oyunu oynayanlar bana biraz saydırabilir. Çünkü genel kanı müziklerin çok beğenildiği yönünde ki ben de esasen beğendim. Sadece “çok” beğenmedim. Bence özellikle “Combat” müzikleri abartıldığı kadar iyi ve akılda kalıcı değil.
Son sözler ve kapanış
Evet bu yazı bir sene falan gecikmiş olabilir ama hiç bana laf etmeyin; siz de biliyorsunuz ki bundan bir süre sonra Metaphor: ReFantazio “Retold” falan gibi daha geniş bir paket çıkacak -tıpkı Persona 3 Reload ve Persona 5 Royal gibi- ve kesilen sahneler, mekanikler dahil her şeyi koyacaklar. Siz de gidip elbette onu oynayacaksınız. Ayrıca kaç defa indirime girdi, girmeye devam ediyor yani tam vaktinde yazdım sayıyorum!
Son kararıma gelirsek, Atlus oyunları özelinde çok iyi bir oyun olmasına karşın diğerlerine olan benzerliği rahatsız edici düzeyde fazla. Bu noktada da aynı, sevdiğiniz o güzel oyunu oynuyorsunuz gibi hissediyorsunuz. Ama her şeyden önce kişisel mutsuzluğumu bir kenara koyarsak, gayet güzel bir JRPG olduğunu düşünüyorum. Bu noktada daha yeni bir Persona oyunu oynamadıysanız ve bu seriye giriş yapmak istiyorsanız- Yok giriş yapmak istiyorsanız Persona 5 oynayın. Türü seviyorsanız sakın kaçırmayın. Okuduğunuz için teşekkürler, hoşça kalın!