Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Neva inceleme kopyası, Devolver Digital tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Selamlar! Bugün sizlerle “Oyunlar sanat mıdır,” tartışmasında rahatlıkla öne sürülen Gris’in yapımcılarının yeni oyunu olan Neva’yla karşınızdayım. “Harika müzikleri ve görselliği ile insanların aklına kazınan Gris’in üstüne yapımcılar ne kadar ekleme yapabilmiş?” “Yine benzer hislerle bu oyunu tecrübeleyecek miyiz?” “Değer mi?”… gibi sorularınız varsa sizi daha çok merakta tutmadan hemen incelemeye alalım. Sıcak içeceğiniz elinizde arkanıza yaslandıysanız yazımıza başlıyoruz.
Sessiz ama bir o kadar da sesli bir hikâye: Neva
Neva, bizi dramatik bir sinematik ile kendi dünyası içine çekerek açılışını gerçekleştiriyor. Bir kadın, dişi büyülü bir kurt ve onun yavrusuyla yapılan açılış beraberinde ölüm ve yeniden doğumu sergiliyor. Aslında bakacak olursak hikâyenin tamamını ölüm ve yeniden doğum diye kabaca özetleyebiliriz fakat bunun anlatımı oyun içerisinde doğa ve çürümüşlük ile olan savaş içerisinde gerçekleştiriliyor. Siyah, büyülü bir yaratık neye dokunursa orayı çürütüyor. Zaman içerisinde doğa iyice yok olmaya itiliyor. Fakat karakterimiz ve ona eşlik eden yavru büyülü kurdumuz, yani Neva, doğayı yeniden canlandırmaya niyetli.
2 boyutlu platform oyunu olarak bize sunulan Neva, genel yapısı gereğince Gris’e benzese de karakter mekaniklerinde bir o kadar ayrılıyor. “Çivi çiviyi söker” mantığıyla karakterimizin karşısındaki zorluklarla mücadele ediş şekli de aslında düşmanlarıyla aynı diyebiliriz. Ölüme ölümle karşılık veriyoruz. Doğayı yok etmek isteyen çürümüş varlıkları kılıç darbelerimizle yok ederek evreni ve Neva’yı korumaya çalışıyoruz. Çürümüş varlıklar demişken görünüşlerini Spirited Away’deki meşhur ruhun görünümüne benzetmem normal mi? Her seferinde aklıma o gelip durdu. Belki sizin de gelir diye iliştirmek istedim.
Merakımı bir kenara bırakıp sizinkine dönelim: Merak etmeyin, dövüş sekansları olduğunu duymanız sizi bu oyuna önyargılı baktırtmasın. Oyunun dövüş sekanslarını dilerseniz can sınırıyla, dilerseniz de can sınırı olmaksızın gerçekleştirmeniz mümkün. Bunu oyun içerisinde herhangi bir an yeniden değiştirebiliyorsunuz. O nedenle karar verirken kaygılanmanıza gerek yok. Oyunun hikâyesinin sizi içine çekmesine ve keyfinize bakın.
Oyunun zengin görselliğine tezatla hareketlerimiz daha basit ve sade kaldığı için dövüş sekanslarında beklediğiniz akıcılığı yakalayamamanız normal. Oyun süresince farklı farklı düşmanlarla cebelleşirken bu durum şu ara oynamakta olduğum Hollow Knight’tan sonra ister istemez afallamamı sağladı. Anlayacağınız üzere ben hikâye modu diye geçen can sınırı olmayanla değil, üç canla dövüştüğümüz maceracı versiyonuyla oynadım. Canımız sadece dövüş sekansına girince ortaya çıkıyor. Dövüş sekansına girdiğiniz andan itibaren belirlenen alandan düşerseniz ya da hasar alırsanız da bir çiçek yani can barınız azalıyor. Geri kazanmak için hasar almadan birkaç defa düşmana vurmak ya da oyunu kaydetmek gibi eylemleri yapmak zorundayız. Canımızın kendi kendini doldurmaması sizi endişelendirmesin. Düşmanımızın hareketlerini algıladıktan sonra bu pek de can sıkıcı olmuyor. Fakat dövüş mekanikleri üzerine konuşmakta fayda var.
İsteyenlere saf bir hikâye sunarken maceracı ruhların mücadeleci korlarını da körüklüyor
Eğer şans eseri her seferinde kurtulmuyorsam, ki zannetmiyorum, düşmanlarla temasımız hasar almamıza neden olmuyor. Ancak düşmanımız bir saldırı yapıyorsa o zaman saldırıdan hasar alıyoruz. Sanıyorum ki kodlamalarıyla alakalı olarak düşman saldırı yapmaya başladığında hitbox dediğimiz kutucuğu genişliyor. Bu yüzden de düşmanla saldırı yönünde değilken de temas ettiğinde hasar alıyorsun. Zorunlu olarak yakın dövüşle saldırı yaparken kimisi uçan, kimisi de uzaktan saldırı yapan düşmanlara karşı pek bir şansımız olmuyor. O nedenle bu birazcık can sıkıcı olabiliyor. Fakat düşmanların hareketlerini çözünce çok da sorun olmuyor. En azından kılıçla yaptığımız hamlelere oyun ilerledikçe Neva’yı yönlendirmelerimiz de ekleniyor ve taktiğimiz çeşitleniyor.
Neva’ya değinmişken onun oyunumuza nasıl bir katkısı olduğunu ve oyun sürecinde onunla bağımızın nasıl geliştiğini de anlatmak isterim. Oyunda müzik harici yalnızca karakterimizin çağırma sesini ve Neva’nın çıkarttığı sesleri işitiyoruz. Neva’yı farklı tonlarda ve vurgularda çağıran karakterimiz ve Neva’nın farklı anlardaki tonlamaları oyuna ayrı bir hava katıyor. Karakterimiz Neva’nın tüm zor anlarında yanında oluyor. Yolda karşıdan karşıya atlarken düşmek üzere olduğunda, üzüldüğünde… Ona sevgimizi severek fiziksel olarak da gösteriyor, aralarındaki bağı bizzat tecrübeliyoruz. Neva doğanın kendisi gibi hayat verici özelliği olan büyülü bir kurt. Serüvenimiz boyunca denk geldiğimiz yitmiş canlıları “kutsama” ve doğaya yeniden kazandırma gibi özellikleri de mevcut. Hatta Neva’ya doğanın kendisi dersek çok abartmış da olmayız. Neticede hepimiz doğanın bir parçası değil miyiz? Bu gibi farkındalıklarla bağımız daha da güçleniyor ve hikâye devam ediyor.
Bunlar harici dövüş ve platform mekaniklerinde de ilerleyen vakitlerde kendisinin pek bir önemi artıyor. Zaman ilerleyip mevsimler geçtikçe Neva da küçük birer yavru olmaktan çıkıp yetişkinliğe yol alıyor. Artık yardıma muhtaç, minnoş bir kurt değil. Bize yardım eden, hatta gerektiğinde üstüne binip savaşabildiğimiz koca bir kurt oluyor. Hâl böyle olunca kendisinin başka özellikleri de ortaya çıkıyor. Işıl ışıl bir kurt olan Neva, bizim yönlendirmelerimizle yaratıkların işlerini bitirirken aynı zamanda da karanlıkta ışığımız oluyor. Bu özelliği hem çok fazla düşman saldırdığında hem de karanlık anlarda bize farklı stratejiler yapma imkanı sunuyor.
Strateji demişken bulmacalara değinsem mi, değinmesem mi çok bilemedim. Sizi zorlamayacak platform dizilerinden ibaret diyebilirim. Ya da dövüşlerin bulmacanın ta kendisi olduğunu söyleyebilirim. İkisi de bence yanlış olmayacaktır. Fakat dövüşleri bir kenara bırakırsak zamanlı olanlar hariç sizi zorlayacak bir an olacağını düşünmüyorum.
Doğaya ait olan doğaya döner, doğa kendini bir şekilde yeniden bulur
Oyunun genel olarak görsel kalite ve potansiyeline Gris’ten aşinayız fakat sinematik kısmında tekrardan özel olarak değinmek istedim. Gris’te de olduğu gibi sanatsal, oyunla uyumlu çizim tarzıyla anlatım sağlanıyor. Pastel tonları ve karakter görünümleri bana ister istemez Steven Universe’ı anımsattı. Steven Universe’ı oldukça seven birisi olarak bu da ayrı hoşuma gitti, o nedenle değinmek istedim. Ayrıca bu “çürümüşlüğün” belki daha yoğun bir şekilde bize yansımasını görebilirdik. Fakat oyun daha çok sanatsal yaklaşıma önem verdiği için muhtemelen bunu da belli bir dozda tutmayı tercih etmiş. Bu da gayet yeterli. Kendi sanat işleyişinde yeterince bize bunu yansıtmışlar. Özellikle ekranın kırmızıya boyandığı kısımlarda bu daha çok hissediliyor. Ayrıca canlılar üzerindeki etkisi de bunu gayet yansıtır nitelikte.
Buradan sonrasında biraz daha hikâyeye değineceğim için direkt spoiler olacak. Hikâyeden bahsetmem bitene kadar paragrafları atlayın!
Neva büyüdükçe zaman ilerliyor, mevsimler geçiyor ve karakterimizin de çabları sayesinde doğanın durumu daha iyiye gidiyor. Çürümüşlük ve karanlık azalıyor, yeşillik artıyor. Elimizden geleni ardımıza koymadan canımızı dişimize takıp mücadele ediyoruz. Sonra bir gün bir kurda daha denk geliyoruz. Gri, koyu ve daha irice olan bu kurdu açıkçası başta erkek olarak düşünmemiştim. Daha doğrusu erkekse bile Neva’nın varlığına o ana kadar cinsiyet atama ihtiyacı hissetmemiştim. Fakat sessiz bir hikâyede boy farkları göz önünde bulundurulunca cinsiyetleri az buçuk belli oluyor.
Neyse efen’im, bu gri kurdumuz bizim bir durumdan kurtulmamızda yardımcı oluyor ve Neva’yla aralarında bir bağ oluşuyor. Öyle ki sonradan yolumuz Neva’yla ayrılıyor ve o gri kurtla bir hayat kurmaya gidiyor. Bununla beraber Neva’nın sağladığı tüm hareket kolaylıkları da onunla birlikte yitiyor. Ve başka bir bölüme, yeni bir mevsime geçiyoruz.
Oyun tüm o sadeliğine rağmen hikâyeyi öyle güzel işlemiş ki… Neva’nın sağladığı kolaylıkların yitimi, sesinin yokluğu gibi onsuzluğu hissetmemek imkânsızdı. İster istemez karakterle bağ kuruyoruz ve Neva’yı özlüyoruz. Bir başımıza olmanın kederi ve melankolisiyle birlikte düşmanlarla baş etmeye çalışıyoruz. Doğa iyice kendine gelmeye başlamış, hayvanlar hayata tutunmaya çalışıyor… Her bölümde ayrı bir görsel şölen ve mevsimsel farklar… Tek bir sorunumuz kalmış, o da doğayı başta bu hâle getiren çürümüşlüğün başındaki “şeyi” yok etmek. Onun peşindeyiz. Bir yere kadar da başarıyoruz aslında fakat işler tam sarpa sararken Neva aniden ortaya çıkıyor ve bizi kurtarıyor.
Biliyorum, böyle yazınca sahne çok basit ve “meh” duruyor olabilir ama dövüş sekansında Neva’nın aniden ortaya çıkması ve sonrasındaki sinematik kesinlikle duygulanma garantili işlenmişti. Hadi, tamam, duygulanmasanız bile yüreğiniz cız eder yani. Orada ölleceğini sandım diye cidden kahroldum. Oyun 4-4.5 saatte o kadar Neva’yla bağ kurmamı sağladı ki… Garibim gözünden yaralanmış ama en azından hayatta. Rahatladım tabii.
Zaman yine geçiyor… Bir baktım, bir bebiş! Bir an “Acaba oyun bir döngüyü mü anlatıyor,” diye düşünmeden edemedim. “Acaba o bebiş Neva mı? Dişi kurt da annesi mi?” düşünceleriyle son kısmı oynamaya başlamışken kurda farklı bir sesle seslenmemiz “Hah!” dedirtti. Meğer bizim Neva gerçekten dişiymiş!! Gri kurda ne oldu, bilmiyorum. Ama muhtemelen o etrafta olmadığına göre ölmüştür diye düşündüm.
Son sahne beni en çok etkileyen kısım oldu. Başta hiçbir geçmişimiz olmadan ve bağ kuramadan tanıklık ettiğimiz sahneyle sonda yeniden karşılaştığımızda duygulandıracak kadar bizi etkilemesi büyük bir sanat gerektirir. Gerçekten büyük bir başarı ve bunun için yapımcıları tebrik ediyorum. Harika iş çıkartmışlar. Yalnızca müzik ve görsel anlatımla bir hikâye herhâlde ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi.
Buradan itibaren artık spoiler içermeden, oyunun neden sanat sayılabileceği konusunda diğer unsurlardan bahsetmek istiyorum. Bu oyunun belli bir hikâyesi var, bunu objektif şekilde anlatmanız da mümkün fakat her iddiasına varım ki birçok insan hikâyeye çok daha farklı anlamlar yükleyecek. O nedenle ben kendimce yaptığım çıkarımı sizlere anlatmak isterim.
Benim için hayat inişli çıkışlı bir yolculuktan ibaret. Bazen bir çıkarız, bazen iki ineriz… Ama bir şekilde ilerleriz. O merdivenler bazen yukarı yol alır, bazen aşağı gider… Fakat gidişat bellidir. Bu süreçte bir şeyler oluşur, bir şeyler yıkılır; bir şeyler biter, bir şeyler doğar… Arkaya dönüp baktığımızda “Bundan daha kötü ne olabilir,” dediğiniz şeyden muhakkak daha kötüsünü yaşadığınız gibi “En iyi günüm” dediğiniz günden daha iyisini de yaşamışsınızdır. Çünkü hayat böyledir. Bir şeyler yaşarken sen değişirsin, çevren değişir, çevrendeki kişiler değişir… Sen gelişirsin, bakış açın gelişir, yaşadıkların gelişir…
Fakat bazen de öyle bir duruma girersin ki yolunu tıkayan bir şey olur. Bu mentalin olabilir, maddiyat olabilir, başka herhangi bir şey olabilir. Ben düşünürken mental olarak aldım. Ya da depresyon diyelim. Yine de siz aklınıza gelen “o” şeyi yerleştirerek okuyun ve düşünün. Günbegün seni etkisi altına alıyor. Yataktan kalkmak istemiyorsun, belki yıkanma düşüncesinin bile sana yoğun bir zorluk çıkartacağı raddeye geliyorsun. Belki daha da kötüsü bile olabilir. Sonra kafana “Ben bunu yeneceğim,” düşüncesini koyuyorsun. Başlıyorsun savaşmaya…
İşler yoluna girmeye başlıyor. Eskisi gibi sağlıklı ve ışıl ışıl olmak için emin adımlarla ilerliyorsun. Bir şeyleri yapma hevesini yavaş yavaş kazanmışsın, kendini o dönemde oluşan rahat alanından çıkartıp dahası için çabalıyorsun. Sonra yine bir gün bir şey oluyor, düşüş yaşıyorsun. “Yine eskisi gibi mi olacağım,” düşüncesi içini kaplıyor. “Bu bitmek bilmeyen bir döngü mü,” “Böyle mi ilerleyecek,” yoksa daha da kötüsü “Ben buna yenilecek miyim?” düşünceleri zihnini kaplıyor.
Fakat öyle değil işte. Bir şeyler değişir, bir şeyler gelişir, bir şeyler farklılaşır. İsimler değişir, gelenler gider belki ama bir şeylerin doğasında daima yenilenmek vardır. Oyunun sonu bana bunu hatırlattı. Bu sonsuz bir döngü değil, kırılabilir. Kimse, hiçbir şeyi “kaderi” olduğu için yaşamıyor. Bir şeyleri değiştirmek bizim elimizde.
Dediğim gibi ben mental olarak aldım, siz çok farklı olarak alabilirsiniz. O çürümüşlükten arınalım, bunu yenelim ve doğayı eski renklerine ve canlılığına kavuşturalım. Bu güce sahibiz. Mirasımız savaşçı ruhumuz olsun.
Bu oyunu oynarken sonlarına doğru Chappel Roan’ın “The Subway” şarkısı dilime takıldı, o yüzden arkadan açıp dinleyerek oynadım. İronik bir şekilde şarkıda en sevdiğim kısım aslında hem oyuna hem de yorumlama şeklime uygun oldu. Bir yolumuz var ve bu yol bizim kurtuluşumuza gidiyor. Hep böyle olsun, böyle düşünelim. Yitişimize olmasın. Umarım ki bu yazımı okuyan ya da oyunu oynayan kişilerin de yüreğinde buna benzer bir etki oluşur da size katkısı olabilir. Kısa, tatlı ve buruk bir hikâye olarak Neva daima aklımda kalacak.
Son söz
“Sanat niteliğinde bir oyun” arayışındaysanız ve platform türüne az buçuk ilginiz varsa mutlaka şans vermeniz gereken; pastel tonlarının hakim olduğu, duygusal ve sizi düşüncelere iten harika bir hikâye sizi bekliyor. Dilerseniz hikâye modunda ölmekten korkmadan, dilerseniz de macera modunda can sınırıyla doğayı çürüten yaratıklarla dövüşün ve mevsimler ilerlerken Neva’nın hayatına tanıklık edin.