Paper Mario: The Thousand-Year Door incelememize hoş geldiniz sevgili okurumuz! Her yazımda olduğu gibi (ve muhtemelen bu ayın sonlarına doğru çıkacak Luigi’s Mansion 2’nin yeniden yapımının incelemesinin başında da okuyacaksınız benzer bir girizgahı) Nintendo’nun son bir senedir aman vermeden devam ettirdiği yeniden yapım furyasından kısaca bahsedelim
Her zaman söylerim, Nintendo’nun elinde çok çok güçlü markalar var. İşin güzel tarafı, Nintendo bu markalara zamanında o kadar güzel oyunlar yaptı ki, bazıları hala kendi platformlarında kendilerini keyifle oynatmayı başarıyorlar. Ama elbette o eski platformlara erişim zor ve herkes emulatörler ile uğraşmak istemeyebiliyor. İşte bu yüzden de Nintendo 10 seneye yakındır devam ettirdiği ve ikincisi ile de devam ettireceği Switch cihazına, eski oyunlarını tek tek getirmeye başladı.
Bugün ise Atarita inceleme köşemizde ağırlayacağımız konuk: Paper Mario: The Thousand-Year Door olacak. Oyuna geçmeden önce seri ile olan geçmişimi biraz açmam gerekli. Ben her ne kadar yıllarca, Thousand-Year Door’un çok çok iyi bir oyun olduğunu duymuş olsam da, ne yazık ki oyunu oynamaya hiçbir zaman fırsatım olamadı. Bu arada Gamecube’e çıkmasından ötürü falan değil, sadece elim varmadı. Yoksa yine Paper Mario serisinin Wii için çıkmış olan oyunu Super Paper Mario’yu severek oynamıştım.
İşte bu yüzden de oyunun başına geçtiğim zaman ekstra heyecanlıydım çünkü bu sefer hiç deneyim etmediğim ve yıllarca biriken merakımın iyice kabarttığı bir yeniden yapımı oynayacaktım. Genelde “beklentiler” insanları üzerler ancak… Ben Paper Mario: The Thousand-Year Door’a BA-YIL-DIM. Gelin şimdi sebeplerini de güzelce konuşalım.
“Paper Mario: The Thousand-Year Door” İncelemesi:1000 Yıllık bir kapının gizemi!
Baştan belirtmem gerek ki, ben hikaye anlatan Mario oyunlarını çok seviyorum. Super Mario RPG, Super Paper Mario, Mario & Luigi serisi; bolca diyalog ve takip etmeniz gereken bir olay örgüsü içerir. En çok taktir ettiğim yanları da farklı karakterlerin hikayelerini, tek bir hikayede birleştirdikleri zamanlar oluyor. İşte Paper Mario: The Thousand-Year Door öyle bir hikayeye sahip.
Hikayeyi Prenses Peach, Mario ve Bowser’ın gözünden farklı farklı noktalarda deneyim ediyorsunuz ve zaten bir noktada olayların kesişeceğini de anlıyorsunuz. Bu sefer sıradan bir “Bowser, Prenses Peach’i kaçırdı!” klişesi yok.
Canımız Prenses Peach’imiz, 40 yılın başı kafa dinlemek için Rogueport adındaki sahil kentine gider. Burada gizemli bir tüccar ona bir harita satar. Bu harita; Rogueport topraklarının altında yatan ve 1000 yıldır orada olan devasa bir hazine odasının kilidini açmak için gereken Crystal Star’ların lokasyonlarını göstermektedir. Ama herkese göstermemektedir. Bu Crystal Star’ların olduğu yerleri ancak ve ancak kalbi saf iyilikten oluşan biri görebilmektedir. Sevgili prensesimiz de tabii ki görebiliyor ve bu yıldızların peşine düşmeye karar veriyor. Ama… Tahmin edebileceğiniz gibi olaylar pek iyi gitmiyor.
Ertesi sabah Mario, Prenses’in kaybolduğuna dair bir mektup alıyor. Bu sefer bizim bıyıklı kahraman da Prenses’i aramak için Rogueport’un yollarını tutuyor. Aynı esnada Bowser’a da Prenses’in kaybolduğu haberi ulaşıyor ve o da, “Prensesi benden başka kimse kaçıramaz!” diye sinirlenip, Rogueport’un yolunu tutuyor.
Mario, Rogueport’a ulaştığında her zamanki gibi yeni dostlar edinecek ve Prenses’i bulmak için o da Crystal Star’ların peşine düşecektir. Ancak bilmediği şey ise hazinenin peşinde kötü kalpli bir sürü kişinin daha olduğudur.
Uncharted soslu bir Mario oyunu gibi hissedebilirsiniz ancak durum bundan ibaret değil. Günümüzdeki birçok temel sorunu, hayal dünyamızdaki olumsuzlukları; masalsı tarzı ile o kadar güzel anlatıyor ki, hikayeye kapılmamak elinizde değil.
Sıra tabanlı savaşın en eğlenceli hali!
Mario oyunlarında sıra tabanlı savaş sistemi görmemiz yeni değil. Yukarıda saydığım bol diyalog içeren Mario oyunları da sıra tabanlı savaş sistemi kullanıyorlar. Bunun temel sebebi ise bu oyunların aslında JRPG türünde yapılmalarından kaynaklı. Doğru okudunuz, bir Mario oyununda karakterlerimizin istatistikleri ile oynayabiliyoruz ve çok az seçenek sunsa da ufak çaplı “Build”ler yapabiliyorsunuz. Temelde zaten bu istatistikler üçe ayrılıyor. İsterseniz maksimum canınıza, maksimum mananıza ve maksimum “rozet” slotunuza, her 100 yetenek puanı kazandıktan sonra seviye atlatabiliyorsunuz.
Yetenek puanlarını ise doğal olarak savaşarak kazanıyoruz. Savaşmak bu oyunda, hikaye takip etmekten sonra yapacağınız en önemli ikinci şey olduğundan, Nintendo olabilecek en ama en iyi sistemi tasarlamış. Bu oyundaki sıra tabanlı dövüş sistemi, benim JRPG Mario’lar arasında gördüğüm en eğlenceli sistem olabilir. Sektör devleriyle kapışır mı? Bence hayır, ama kendi klasmanında zirveyi oynar.
Savaş sistemini anlatmaya, avantajlı ya da dezavantajlı başlangıç durumunu anlatmakla başlayalım. Mario, bu oyunda klasik zıplama saldırısının yanı sıra bir adette çekiç kullanıyor. Haritada rastgele gezerken düşmanlarınız sizi görünce tetiklendiğinde veya tetiklenmeden önce, yapabileceğiniz birkaç şey var. Ya düşman size doğru gelirken tepesine zıplayacaksınız ya da tepesine zıplayamayacağınız (dikenli, elektrikli vs.) bir düşman ise, o size ulaşmadan çekiçle hasar vereceksiniz. Bu avantajı yakaladığınızda, savaşta ilk saldırı hakkı sizin oluyor. Ancak aksi taktirde hasarı önce siz yerseniz veya üzerine zıplayamayacağınız bir düşmana tepeden hasar verirseniz, ilk saldırıyı düşman yapıyor. JRPG’lerde “random encounter” dediğimiz olayı, kendi üslubu ile çok güzel şekilde yorumlamışlar.
Savaşta ise geçerli olan belli başlı kurallar var. Oyun sizlere bunları oynadıkça anlatıyor tabii ve siz de zaman içinde alışıyorsunuz. Ama en önemli mekanikler kesinlike savunma ve savuşturma diyebiliriz. Doğru zamanda A’ya basmanız durumunda, düşmanların verdiği hasarı olabildiğince minimuma indirgeyebiliyorsunuz. Hatta bazen hasar almadığınız bile oluyor. Her düşmanın saldırılarını doğru analiz edip, doğru zamanda savunma tuşuna basmalısınız. Eğer saldırının geldiği daha da yakın ve dar bir zamanda X’e basarsanız, saldırıyı savuşturabiliyorsunuz. Yani hem hasar almıyorsunuz hem de üstüne üstlük bir karşı atak yapma şansınız oluyor. Bence Mario sıra tabanlı savaşlarını da, en eğlenceli kılan özellikler bunlar. Her oyunda öyle ya da böyle karşılaşabiliyorsunuz.
Saldırı kısmında da avantaj ve dezavantaj kısmında bahsettiğim durumlara dikkat etmeniz gerekli. Dikenli düşmanlara zıplama saldırısı yaparsanız, hasar yersiniz. Zıplamak yerine çekiçle vurmanız, ya da başka bir karakterin saldırısını kullanmanız gerekmekte. Her hasar verme öncesi ufak bir mini oyun benzeri sekans oynuyorsunuz. Zıplama hasarında doğru zamanda bir daha zıplama tuşuna basarsanız çift zıplayabiliyorsunuz veya çekici doğru zamanda çekip bırakırsanız daha sert vurabiliyorsunuz. Düşman çeşitlerine göre saldırılarınızı ve düşmanları doğru analiz etmeniz önemli. Partide havadaki düşmanlara vurabilecek biri yoksa, karakterler arası değişim yapabiliyorsunuz. Yolculuk boyunca Mario, çeşitli saldırı tiplerine sahip yeni dostlar ediniyor ve onları savaş esnasında düşmanlara göre de aktif şekilde değişebiliyorsunuz. Ben buradaki çeşitliliği gayet yeterli buldum.
Sistemin doluluğu bitti mi dersiniz? Hızlıca birkaç not eklersem; her karakterin, mana harcayarak kullandığı özel ve güçlü saldırıları var. Ve aynı zamanda Mario oyunlarında ikonikleşmiş bazı eşyaları (ateş çiçeği, POW kutusu vs.) kullanarak düşman tiplerine göre ekstra eşya hasarı da çıkarabiliyorsunuz. Ama benim asıl bahsetmek istediğim çok eğlenceli bir kısım var.
Savaşlar, bir tiyatro sahnesinde yaşanıyor ve tıpkı gerçek bir tiyatrodaki gibi; seyirci bu noktada çok kritik bir önem taşıyor. Doğru zamanda yapılan saldırılar, seyirciyi kazanmak için yapılan özel hareketler size alkış olarak geri dönüyor. Alkışlar biriktikçe, oyunda ilerledikçe açılan “ultimate” saldırılarınızı atabiliyorsunuz. Aynı zamanda seyirci bazen size bir şeyler fırlatabiliyor. Attıkları şeyin işinize yarayıp yaramayacağını hızlıca analiz edip onu engellemeniz ya da atmasına izin vermeniz gerekiyor. Ben bu tiyatro muhabbetini gerçekten çok çok beğendim.
Yoruldunuz biliyorum ama Nintendo yorulmamış. Son olarak birde savaşların seyrini çok ciddi değiştirebilen rozetlerimiz var. Rozetleri sadece Mario takabiliyor ve tıpkı Super Mario Wonder’daki gibi çeşitli özellikler kazanabiliyorsunuz. Rozetleri oyunun dünyasında çeşitli noktalardan edinebiliyorsunuz. Dünya demişken, haydi oyunun dünyasından bahsedelim.
Eski Zelda’ların oynanışı, şimdi Mario’da!
Başlıkta okuduğunuz kısmı açarsak, Zelda oyunları aslında yarı açık bir dünyada geçer ve çeşitli zindanlardan oluşur. Paper Mario: The Thousand-Year Door’da ise Rogueport’u dilediğiniz gibi gezebiliyorsunuz ancak borular aracılığıyla ulaştığımız bölümler, daha farklı haritalarda geçiyor. Her bölümde Mario ve ekip arkadaşları, farklı özellikler kazanıyor ve özellikleri efektif olarak; ulaşım, toplanabilirleri ulaşmak için vs. kullanabiliyoruz. Neler neler yok ki? Özellikle kağıttan eşyaya dönüşme lanetleri beni çok eğlendirdi. Başka hangi oyunda A noktasından B noktasına ulaşmak için kağıttan uçağa dönüştünüz?
Her bölümde ya da kısımda, edindiğimiz özellikler yardımıyla bulmacaları çözüp, yolumuzu açmak ve en sonunda da bir bölüm sonu canavarı dövüşü ile tüm o uzun bölümü taçlandırmak bana çok fazla Zelda oyunlarını anımsattı. Tabii ki bulmacalar o kadar kriptik değiller ama onları çözmek beni eğlendirdi. Bölüm sonu savaşları ise… Onlara aşağıda ayrı bir paragraf açacağız.
Bunun dışında dünyada rastgele denk geldiğiniz yan görevler, marketler ve bazı karakterlerin istekleri olabiliyor. Bu noktada geliştirici ekibin, oyuna tutkuyla bağlı olduğunu çok rahat şekilde hissedebildim. Rogueport’un arka sokaklarında yaşanan olaylar, her an hırsızların cebinizdeki altınları çalabileceğinden ötürü tetikte gezmek gibi olaylar beni atmosfere başarıyla bağladı.
Haritalarda toplanabilir öğeler de rozetten ibaret değil tabii ki. İlk olarak Super Mario Sunshine’da karşımıza çıkan Shine Sprite adlı güneş parçacıklarını ve her tarafa dağılmış yıldız parçalarını da dilerseniz toplayabilirsiniz. Karakterlerinizi geliştirmeye ve yeni rozetler almanıza yaradıklarını da kısaca not etmiş olalım.
Kağıttan bir dünya mümkün!
Aralara olabildiğince görsel serpiştirmeye çalıştım. Paper Mario oyunlarındaki sanat tasarımına hayran kalmamak ne mümkün? Kağıttan animasyon geçişleri olsun, çevre tasarımları olsun, kendince başarıyla uyguladığı esprileri olsun…
Düşman tasarımları sade olsa da, bölüm sonu düşmanlarının tasarımlarını taktir etmeden geçemem. Bir Mario oyununda görmeyi beklemediğimiz düşman tasarımları furyasını Super Mario Odyssey ile aştık sanıyordum ama Paper Mario: The Thousand-Year Door beni bile şaşırttı. Savaşların kendisi zaten epik ve araya savaş esnasındaki diyaloglar ve farklı saldırılar içeren fazlar da eklenince, bütün olarak dolu dolu savaşlar sizleri bekliyor.
Bütün olarak baktığınızda bence Paper Mario: The Thousand-Year Door, tiyatral bir eser gibi hissettiriyor. Gerek müzikleri gerekse ses efektleri ile de Nintendo yine çizgisini bozmayacak şekilde rayında devam etmiş. Oyunun espritüel tonu da inanılmaz uygun olmuş. Diyaloglarını okumaktan en çok keyif aldığım Mario oyunu bu olabilir ama bir sıkıntım var. Diyaloglar çok çok fazla… Oyun zaten kısa bir oyun değil bu arada. Rahatlıkla 30 küsür saatlere ulaşabilirsiniz sırf hikayeyi bitirebilmek için. Lakin diyaloglardaki boş sohbetler azaltılsaydı da daha mutlu olurdum.
Yeniden yapım olması ne fark ettirmiş?
Paper Mario’nun Gamecube sürümünü oynamasam da ufak bir araştırma ile yeni nelerin eklendiğine baktım ve… Elinizde eski sürümü ve onu oynatabilecek bir cihaz varsa bu yükseltmeyi yapmak ne kadar doğru, işte orası tartışılır. Çünkü yeni rozetler, ışıklandırma/grafik geliştirmeleri ve çeşitli kolaylıklar (envanter/para sınırı artmış, yanımızdaki karakteri tek tuşla değiştirebilme vs.) sunsa da bunlar aman aman farklar değil. Oyun sonuçta hala aynı oyun.
Ayrıca teknik tarafta elbette hiç sorun çıkarmasa da, Gamecube versiyonun 60FPS çalışabildiğini unutmamak gerek. İlla ki Switch 2 geldiğinde on uygun bir 60FPS güncellemesi alacaktır. Bu bağlamda FPS sizin için ciddi bir sorun ise bekletebilirsiniz. Ama Switch’i aktif kullanan biriyseniz zaten 30FPS’ine de alışmışsınızdır artık.
Nintendo’nun yeniden yapım furyasının en iyi ürünlerinden biri!
Bu zamana kadar çıkardıkları yeniden yapımları düşününce bence Paper Mario: Thousand-Year Door şu zamana kadar çıkmış en iyi Nintendo yeniden yapımlarından biri. Yeniden yapım kısmını da bir kenara koyarsak, bence çıkmış en iyi Mario oyunlarından da biri.
İlk defa deneyimleyen biri olarak bakınca Paper Mario: The Thousand-Year Door inanılmaz güzel bir oyun. Diyaloglardaki boş muhabbetleri biraz kırpılsa, süresi kısalsa bile daha başarılı bir oyun olarak karşımıza çıkardı. Ancak şu an için ne yazık ki bir noktadan sonra aynı savaşları ve aynı özellikleri kullanmak tekrara kaydırıyor. Ve dediğim gibi, siz zaten Gamecube’de çoktan deneyimlediyseniz, tekrar oynanabilirlik konusunda ne kadar başarılı, orası tartışmaya açık. Keşke Persona’larda olan diyalogları hızlandırma özelliği burada da olsaydı. Otomatik kaydırma bile yok. Bu da benim gözümde oyunun aslında en büyük eksilerinden biri.
Önceki incelemelerimde bahsettiğim; Nintendo’nun son zamanlarda içine batıp kaldığı bir sürükleyicilik problemi vardı. Ancak Paper Mario’yu tek oturuşta 5 saat oynayabildiğime göre, sorun gerçekten de önceki oyunlarla ilgiliymiş. Sonunda bu problemi çözen bir oyun oynadığım için çok mutluyum! Yoksa sorunu kendimde arayacaktım…
Paper Mario: The Thousand-Year Door’u kullanacağınız bir Nintendo Online Voucher’ınız varsa kesinlikle öneriyorum. Ama ilk defa, Voucher kullanarak almak istemezseniz de almanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Çünkü bu uzun soluklu, masalsı macerayı hiçbir Switch sahibinin kaçırmaması gerek!