Dishonored, Prey ve Deathloop gibi başarılı oyunlar ile tanıdığımız Arkane’in yeni oyunu Redfall geldi çattı. Duyurusundan itibaren zaman zaman co-op endişesi ve sürekli internet gerektirecek olması gibi unsurlar ile eleştirilen Redfall’a detaylı bir şekilde göz atıyor, inceliyoruz.
Düşmüş bir kasaba ve bolca vampir
Oyunumuzun hikâyesi Massachusetts’e bağlı bir ada kasabası olan Redfall’da geçiyor. Biz de kasabayı tamamen ele geçiren ve dış dünyayla bağlantımızı kesen vampirlere karşı harekete geçiyor ve her şeyin öncesinde yaşanan gizemli olayları ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Temel yapısı bu kısa özetin üzerine kurulan Redfall, aslında uzun zamandır büyük bir heyecanla beklediğim ve radarımda olan bir yapımdı. Vampir temasını seven birisi olarak bu türde pek fazla büyük oyun görmediğimiz aşikâr. Üstelik yapan da Bethesda’nın Arkane’i olunca ister istemez heyecanlanıyor insan.
Redfall, hikâyesi ve dünyasıyla güzel bir açılış yapıyor. Odak noktasını iyi ayarlıyor ve oyuncunun dikkatini toplamayı başarıyor. Oynanış deneyimimdeki ilk saatlerde oyunu oldukça sevdiğimi söylesem yanlış olmaz. Zaten keşfetmeyi de seven bir oyuncu olduğum için Redfall’da bol bol içerik buldum. Üstelik oyunun hikâyesi de epey ilgimi çekmişti çünkü oyun bana dünyanın nasıl bu hâle geldiğini çözmem gerektiğini ve arkada bazı gizli işlerin döndüğü iyi lanse etti ve merak duygumu uyandırdı. Bunu da en çok etrafta bulduğumuz, hani o kimseciklerin okumadan geçtiği notlarla başardığını söyleyebilirim. Oyunun sunduğu bu küçük hikâyeler ve karalamalar, size tüm bu olayların öncesinde orada aynı bizim dünyamızda olduğu gibi bir yaşam olduğunu gerçekten güzel hissettiriyor ve dünyanın nasıl bu hâle geldiğini merak ettiriyor. Tabii tüm bu güzel hisler Redfall’ın oyuncunun gözüne soktuğu bazı eksiklikler sebebiyle yavaş yavaş benliğini yitiriyor ve sıradan bir hâl almaya başlıyor.
Kasabamız nispeten küçük bir alanda. Hâliyle açık dünya diyince kafanızda devasa bir harita canlanmasını istemem. Gerçi Arkane’in bu küçük dünyayı çok iyi yönettiğini ve içerik yerleşimini, oyuncunun kullanacağı kısımların sıklığını özenli bir şekilde belirlemesi sayesinde bu dünyanın küçüklüğünü hissetmediğimi aksine alanın en iyi şekilde değerlendirildiğini düşünüyorum. Burada oyunun dünyasına serpiştirilen içeriklerin kalitesinden değil de içeriklerin oyuncuya sunulma stratejisinden bahsettiğimin altını çizmek de isterim.
Redfall, oyuncuya tam dört farklı karakter sunuyor. Her bir karakterin kendine özel yetenekleri ve belirli bir stili bulunuyor. Yani aslında oyun, farklı oynanış stillerine ve stratejilere de olanak sağlıyor, en azından sağlamaya çalışıyor. Arkane, Redfall ile birlikte birçok stratejik oynanış seçeneğinin önünü açmak istemiş fakat oyunun yapısında gerçekleşen bazı seçimler sebebiyle bu kısımda pek de başarılı olamamış diyebilirim. En basit örneğiyle oynanış deneyimim boyunca gizlilik odaklı bir karakterle oynadım. Oyun içerisinde böyle bir karakter var fakat gizliliğin en temel mekaniği olan düşmanını gizli avlamanın bir animasyonu bile yok. Evet, gizli bir indirme için düşmanınıza arkadan sinsice yaklaşıyor ve dümdüz bir yumruk ile tekte yere düşmesini izliyorsunuz. Tabii dümdüz yumruk derken mecazi bir animasyonu falan da kastetmiyorum. Direkt olarak havaya nasıl vuruyorsanız düşmana da aynı şekilde vuruyor ve bitiyor. Bu temel eksiklik de oyuncudaki tüm stratejik odağı ve motivasyonu dağıtmaya yetiyor.
Co-op tarafı söylenilen kadar masum değil
Oyunun oynanış tarafı ve genel yapısına değinmeye devam etmeden önce birazcık da co-op tarafını anlatmak istiyorum. Çünkü aslında büyük sorunların bir kısmı burada yatıyor. Redfall’ın tek kişilik bir oynanışın yanı sıra co-op seçeneğinin de olacağını duyduğumda beklentilerim pek etkilenmemişti. Çünkü hem co-op oyunları çok seven bir oyuncuyum hem de Arkane’in tek kişilik oyunlarda gerçekten usta olduğunu ve bir şekilde bu co-op yapının altından kalkarak tek başına oynamak isteyen oyunculara da etkili bir deneyim sunacağını düşünmüştüm. Ne yazık ki yanılmışım. Arkane, birkaç defa aksini iddia etmiş olsa da bence oyunun co-op yapısı Redfall’ı epey kısıtlamış. Öncelikle oyunu tek başıma deneyimleme fırsatı bulduğumu belirtmek istiyorum. Birçok co-op oyun bitirmiş birisi olarak, bir arkadaşımla oynamış olsaydım deneyimimin daha keyifli olabileceğini de tahmin ediyorum. Çünkü oyun gerçekten çevrim içi eşli oyuna odaklanmış ve eğlence yapısını bunun üzerine kurmuş. Hâl böyle olunca da birkaç kişi için tasarlanan o maceralara tek başınıza daldığınızda oyunun asıl potansiyelini uzaklardan seyrediyorsunuz.
Öncelikle oyunun çok oyunculu yapısının tek başına oynayan oyuncuya getirdiği bazı dezavantajlar bulunuyor. En basit hâliyle oyunu durduramıyor olmak bunlardan bir tanesi. Küçük bir mola vermek isteseniz dahi oyunu durdurma şansınız yok ve kritik bir oynanış sekansı sırasında herhangi bir değişiklik yapamıyorsunuz. Sürekli internet gerektirmesi gibi detaylar da olsa bence oyunun tek kişi oynayan bir oyuncunun deneyimine asıl zarar veren kısmı bu değil. Arkane, oyunun yapısını co-op üzerine kurmuş olsa da gerçekten de tek başına oynayacak oyuncuları düşünmeye çalışmış. Bunu yaparken de farklı sistemler denediğini fakat pek de etkili olamadığını söyleyebilirim. Bunlardan bir tanesi de bir lobi mantığı. Bu lobi mantığını çok oyunculu oyunlardaki lobilerle karıştırmayın. Klasik bir üs ve tamamen siz ve arkadaşlarınız için inşa edilmiş. Ana görevleri buradan topluyor, sinematik sayılabilecek küçük sahnelere burası aracılığıyla adım atıyorsunuz. Yani aslında Arkane, burada tek oyuncunun da işine yarayabilecek bir sistem tasarlamaya çalışmış fakat başaramamış.
Redfall, genel olarak bu yapıya yenik düşmüş olsa da gerçekten iyi yaptığı şeyler de var. Oyun için tercih edilen sanat tasarımının oyuncuları ikiye böleceğini düşünsem de ben oldukça beğendim. Özellikle kullanılan ışıklandırma tekniği ve oyunun temasının başarılı uyarlanışı ile birlikte harika gözüküyor. Redfall, aslında uzun süredir epey yanlış anlaşılan bir oyun. Birçok oyuncu oyunu Back 4 Blood stilinde bir oyun sansa da aslında işler hiç de öyle değil. Redfall bana daha çok Far Cry’ı anımsattı. Ve bu anımsama gerçekten iyi anlamda oldu. Tabii keşke co-op oynanış tarafında da Far Cry’ı örnek alsaydı ve ana odağın co-op olduğunu tek başına oynayan oyuncuya da hissettirmeseydi demedim de değil. Oyun içerisinde birçok keşif unsuru ve yan aktivite bulunuyor. Bu yan aktiviteler, klasik bir açık dünya oyunu gibi kendiliğinden keşfedilebiliyor. Bu aktiviteler yer yer eğlenceli ve oyunun havasını değiştiriyor olsa da ilerleyen süreçte gerçekten tekrara düşüyor.
Oyunun ana müziğini ikonik, ses tasarımını da başarılı bulduğumu söyleyebilirim. Özellikle müzik konusunda kendisini öne çıkartıyor ve özgün bir iş olduğunu hissettiriyor. Oyun, bu yöndeki başarısını yer yer hissettirmeye çalıştığı küçük korku atmosferlerinde de kullanıyor. Bu atmosferler, yapay zekanın bazen saçmalaması dışında oyuncuya küçük çaplı gerilimler yaşatabiliyor. Tabii bu küçük çaplı serüvenler sadece çatışmaya girene kadar yaşanıyor. Arkane, vuruş hissi ve silahlar konusunda epey başarılı bir iş çıkarmış olsa da çatışma tarafındaki heyecanı kesinlikle tutturamamış. Ben, bunun sebebinin oyundaki animasyonlar ve animasyonların çeşitsizliği olduğunu düşünüyorum. Önceki kısımlarda da bahsettiğim gibi gizliliğin bir bitiriş animasyonu dahi yok. Vampirlere sürekli sapladığımız kazıksa tamamen aynı sahneleri izlemekten ibaret. Ayrıca oyunu nispeten yüksek bir sistemde deneyimlediğim için bir optimizasyon sıkıntısı yaşamadığımı ve bu yüzden o kısımlara değinmeyeceğimi belirtmek istiyorum.
Son Söz
Ben, Redfall’ın çok kritik bir nokta olduğunu ve bu kritik noktanın iyi bir şekilde değerlendirelemediğini düşünüyorum. Oyunun kendi içerisinde barındırdığı negatif ve pozitif yanların yanı sıra Redfall, özellikle de Xbox oyuncularının uzun zamandır beklediği ‘büyük’ oyunlara ilaç olacak nitelikte yapımlardan bir tanesi olarak anılıyordu. Xbox’ın birinci parti tarafındaki eksikliğini gidermeye en çok ihtiyacı olan bu dönemlerde, Starfield öncesinde önemli bir rol oynaması gerekiyordu. Redfall’ı genel olarak beğensem ve co-op bir şekilde arkadaşlarımla birlikte eğlenebileceğimi düşünsem de kesinlikle bu devasa oyuncu kitlesinin beklediği ve özlem duyduğu kalitede bir oyun değil. Hâliyle Starfield’ın üzerine düşen sorumluluk da katlanıyor.