Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Split Fiction’ın PC inceleme kopyası, Electronic Arts tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Nereden ve nasıl başlasam bilemiyorum. Çok uzun zamandır bu kadar şaşırdığım, ağzımın açık kaldığı, hayranlıkla baktığım bölüm tasarımları görmemiş ve bunun için heyecanlanmamıştım. Günümüzde oyunlar tek düze, hep aynı şekilde ilerlemeye çok alıştı. Ya açık dünya oluyor ve binlerce görev yaptırıyor, ya da ilgi çekici olmayan bir hikâye koyup yine ilgi çekici olmayan sıradan mekanikler ile bizi avutmaya çalışıyor. Aradan güzel örnekler çıkmıyor mu? Çıkıyor pek tabii. Split Fiction bunlardan birisi. Hatta bu örneklerin belki de en üstünde artık. İncelemeye hoş geldiniz dostlar. Oynarken ayrı, yazarken ayrı ağzımın suyu akıyor.
“Oyun dünyasına yazılmış bir aşk mektubu”
Josef Fares bu sözleri sarf ettiğinde ne demek istediğini pek anlamamıştım. Yani ne demekti oyun dünyasına yazılmış bir aşk mektubu? Bunu sadece oynarken anlamak mümkün oldu. Split Fiction, açık ara oynadığım en yenilikçi ve hayal gücü yüksek oyun oldu. Oyuncuya sunduğu bölüm tasarımlarıyla zaten ön plana çıkıyor ama, yaşattığı birçok duygu da onu bu kadar mükemmel yapan bir unsur. Split Fiction’da iki farklı karakterin penceresinden iki farklı dünya görmek mümkün. Herkes kendi derdine yanıyor ancak ortak dertleri aynı kalıyor.

Mio daha içine kapanık ve olaylara somurtkan yaklaşabiliyor. Zoe ise cıvıl cıvıl neşesiyle ve sürekli konuşkan yapısıyla ön plana çıkıyor. Bu ikili ve daha birkaç kişi, hikâyelerini hayata geçirebilecek bir teknolojiyi tanıtan devasa bir şirketle yayıncılık anlaşması yapmaya gidiyor. Kendi kitaplarını tanıtmak, bastırmak ve dünyaya duyurmak istiyorlar kısaca. Şirketin geliştirdiği bu simülasyon teknolojisi ise henüz çok yeni ve olayların iç yüzünü bilemiyoruz. Yazarlar bir küre içerisinde simülasyona dahil olurken Mio durumdan hoşnut olmuyor ve kısa bir arbededen sonra Zoe’nin simülasyon küresine hapsoluyor. Böylelikle bu ikili, kendi hikâyelerinin kahramanı olmakla kalmıyor, aynı zamanda ortak bir paydada buluşmaya başlıyor.
Ben oyunu sevgili arkadaşım ve aynı zamanda kıdemli editörümüz Alparslan Gürlek ile oynama şansına eriştim. Kendisiyle çoğu zaman aynı beyin hücresini paylaştığımız için oyunu oynaması da bir o kadar kolay oldu. Yapmamız gereken bulmacaları ve geçmemiz gereken platformları neredeyse hiç zorlanmadan atlattık. Boss kısımlarında da keza aynı şekilde, pek fazla zorlanmadık. Ancak durum bölüm tasarımlarına gelince işler değişti, şaşkınlığımızı gizleyemedik. Josef Fares ve ekibi resmen tüm yaratıcılığını oyuna dökmüş durumda.
İki farklı hayat, tek nokta
Split Fiction, aynı It Takes Two’da olduğu gibi co-op bir oynanış mekaniği sunuyor. Yani oyunu tek başınıza oynama şansınız yok, yanınızda birisi olmalı (özellikle iyi bir dost). Mio’nun hikâyeleri bilim kurgu üzerine, Zoe’nin hikâyeleri ise fantastik kurgular üzerine işleniyor. Oyun içerisinde bazen bilim kurgu dünyasına adım atıyor, genellikle Siberpunk ve uzay çağı temaları ile haşır neşir oluyoruz. Robotlar, uçan arabalar, kontrolü elinde tutan şirketler, uzay gemileri ve daha birçok şey. Aynı zamanda bilim kurgu evreni, Zoe’nin hikâyelerine oranla biraz daha aksiyonlu geçiyor. Daha çok patlama-çatlama var ve arkanıza yaslanıp sakince platform geçmek pek mümkün değil. Kovalamaca sahneleri, dövüş sekansları ve epik sinematik aksiyonuyla beni (bizi) benden aldı açıkçası.

Zoe’nin kurguları fantezi üzerine yol alıyor. Orta Çağ, büyücülük, şekil değiştirme ve daha birçok unsur Zoe’nin evrenlerinde geçerli. Burası biraz daha platform ve bulmacaya odaklı. Elbette her iki tarafta da boss bölümleri ve aksiyonun doruk noktasına çıktığı anlar var ancak Zoe tarafı oyuncuyu biraz daha kafa kullanmaya itiyor gibi geldi bana. Fakat iki taraf da acayip iyi renk paletlerine, kurguya ve bölüm dizaynına sahip. Bir evren hikâyesine ara verip öbürüne geçtiğinizde özlem duymaya başlıyorsunuz. Fakat bu özlem yaklaşık 1 dakika kadar sürüyor. Çünkü her iki tarafın da çok farklı mekanikler sunmasıyla şaşıp kalıyorsunuz.
Kendine hayran bıraktıran bir çeşitlilik
Hikâyeler bölüm bölüm ilerliyor denebilir. Ve her farklı bölümde oyun size farklı bir mekanik teslim ediyor. Bazısında yer çekimi değiştiriyor bazısında ise şekil değiştiriyorsunuz. Yeri geldiğinde bir domuz oluyor ve ardına sosis olup kendinizi ketçaplıyorsunuz. Bu gerçek, evet. Josef Fares ve ekibi, “bu oyunda daha önce görmediğiniz şeyler var” derken pek yalan söylemiyormuş. O kadar garip ve şaşkınlık içerisinde bakacağınız fakat hayranca oynayacağınız bölümler var ki, anlatamam. Örneğin bir sefer diş oluyor ve şekerlerle dolu parkurları geçerken yavaştan çürümeye başlıyorsunuz. Yahu bunlar nasıl aklınızda geldi sizin? Bu hayal gücünün sınırlarını zorlamak değil de nedir?

Siber ninjalar olup şehrin kaosu ile çalkalandıktan sonra ejderhalarımız ile ilginç bir deneyim elde etmek, hemen ardına motosiklet ile eşsiz bir kovalamaca yaşayıp Cadılar Bayramından çıkmış bir lokasyonda etrafta gezinip NPC’leri büyü ile sandalyeye dönüştürme işi. Oyunda inanılmaz bir çeşitlilik söz konusu. Size sunduğu hiçbir içeriği bir sonraki bölümde sunmamaya yemin etmiş Split Fiction. Temel mekanikler bazı bölümlerde aynı olsa bile tüm oyun boyunca birbirinden tamamen farklı olaylara şahitlik edeceksiniz. Yukarıda verdiğim örnekler tamamen karışık bir sıralamada olduğu için rahat edebilirsiniz bu arada. İnanın, size tüm kalbimle oyunun her bölümünü detaylıca anlatmak isterdim ancak şaşkınlığınızı ve merakınızı oynamaya saklamanızı rica ediyorum.
Göndermelerle dolu bir oyun
Öncelikle söylemek gerekir ki, oyunda yer alan göndermeleri kendiniz keşfedip üstüne düşünmek istiyorsanız, bu başlığı atlayıp geçebilirsiniz.
Bu arada oyunda aşırı fazla gönderme mevcut. Nerdeyse her oyuna veya içeriğe bir saygı duruşunda bulunuluyor. Bir dakika! “Oyun dünyasına yazılmış bir aşk mektubu” sözü burası için geçerli olabilir mi yoksa? Muhtemelen evet. Birçok popüler kültür öğesine, oyunlara ve hatta filmlere-dizilere uzandığını düşündüğüm(üz) göndermeler mevcut. Hatta bir keresinde görev peşinde koşarken tamamen şansımıza denk gelen ve bizi yolumuzdan alıkoyan bir yere daldık. Sonucunda ise karanlık bir odada ateşin başında oturarak Bonfire’ı açmış olduk ve oyun bize sanki Dark Souls misali bir yazıyla “Moonfire Lit” yazıverdi. Veya bir bölümde çatıdan atlarken Assassin’s Creed serisinden tanıyacağımız “Leap of faith” atlayışı yer alıyor. Bunlar sadece bir örnek. Bu tür göndermeler biraz da sizin hayal gücünüze kalmış olabiliyor. Mesela bazı mekanlar bana Harry Potter temasını çok yansıttı, bazıları ise Ghostrunner oyununa oldukça benziyor gibisinden.
Yan hikâyeleri kaçırmayın derim
Oyunda ana hikâye bölümleri dışında ara sıra karşımıza çıkan yan hikâyeler de mevcut. Bu kısa ama eğlenceli senaryoların da kendine has dokuları ve mekanikleri var. Yani ana oyunda gördüğümüz bir temeli alıp sadece yan içerik olsun diye buraya koymamışlar diyebilirim. Daha çok eğlence odaklı yarışlar, parkurlar ve bulmacaların olduğu sekanslar yer alıyor. Kimisi oldukça kısa, kimisi ise yeterince uzun. Ama hepsi birbirinden farklı ve birbirinden kıymetli konumda yer alıyor.

Bu hikâyeleri ana senaryonuz üzerinde ilerlerken sağda solda bulabiliyorsunuz. Ayrıca hangi evrendeyseniz, onun tersi bir hikâye ile karşılaşıyorsunuz. Yani diyelim ki bilim kurgu evrenindesiniz ve koştur koştur bir yere gidiyorsunuz, karşınıza çıkan yan hikâyeye dalınca kendinizi kısa bir süreliğine fantezi evreninde buluveriyorsunuz. Ana gidişatınızdan çok bağımsız sekanslar olduğu için ve size tamamen “farklı” bir şey sunmak istediği için de arada bir nefes alma mekanı gibi geliyor açıkçası. Yani bulmaca dolu bir fantezi evreninde ilerlerken gireceğiniz yan hikâyede kendinizi aksiyonun doruk noktasına çıkacağı bir bilim kurgu koşuşturmacasında bulmanız çok olası.
Müzikleri, çizim mesafesi, modellemeler. Benim bütçem fazla diye bağırıyor!
Belki duymuşsunuzdur ama Split Fiction, It Takes Two’nun neredeyse iki katı bir geliştirme bütçesine sahip. Ve bu bütçeyi oyunun her derinliğinde hissedebiliyorsunuz. Sinematik aksiyon sekansları muazzam tasarlanmış. Bölüm dizaynları harika düşünülmüş. İki kişinin geçeceği bulmacalardaki mekanikler çok sık tekrar etmiyor ve bu yüzden her bölümde yeni bir şeyler öğrenmek zorunda kalıyorsunuz. Bu da sizi canlı tutan ve oyunun içine sokan şeyler.
Ayrıca Split Fiction gerçekten çok iyi modellemelere ve çizim mesafesine sahip. Oyunda gerçekten harika manzaralar sizi bekliyor olacak. Fantezi tarafında ayrı, bilim kurgu tarafında ayrı manzaralara dalıp gitmeniz mümkün. Hatta benim “Josef Fares imzası” diye söyleyebileceğim “bankta oturup sohbet etme” durumu da söz konusu. Diğer oyunlarında da görmüştük bunu. Muazzam bir manzaranın ortasında karşınıza çıkan banka oturuyor, siz manzarayı seyrederken karakterler de hayat hikâyesinden bir parça dökülüveriyor. İşte o an oyun sizi alıp başka yerlere götürebiliyor.

Biraz sözü Alparslan’a bırakalım
E tabii, oyunu tek başıma oynamadım neticede. O yüzden bu incelemede Alparslan’ın da size söyleyecekleri var. Yani neler söyleyeceğini aşağı yukarı tahmin edebilirsiniz aslında. Neticede aynı beyin hücresini paylaştığımızı söylemiştim. Ama siz onun “Alparslan soslu” olarak tabir edebileceğim cümlelerine de kulak vermeden geçmeyin sakın;
“Split Fiction, Hazelight’ın alanındaki bilgi birikimini benzeri görülmemiş bir yaratıcılık ve ustalıkla sergilediği harika bir oyun olmuş. Eğer iki kontrolcünüz ve bir partneriniz varsa mutlaka oynayın. Renklerle dans eden sanat tasarımı, cesur çizim mesafesiyle sunduğu manzaralar, akıcı oynanışı ve çılgın -gerçekten çılgın- fikirleriyle bu oyun, şeker dolu bir kazana düşmüşsünüz gibi hissettiriyor.
Anlatısı ve diyalogları, oyun ilerledikçe açılıp saçılıyor ve harika seviyelere yükseliyor. Yine de başlarda gerek karakterler birbirleriyle bağ kuramadığı için, gerekse biz henüz oyunun içine dalamadığımız için diyaloglar pek cazip gelmeyebilir. Ancak sürece güvenirseniz, oyunun ortalarına yaklaşırken gün ışığını görmeye ve sıcaklığını hissetmeye başlayacaksınız.
Atakan ile oynadığım süre boyunca oyun bana çok defa “ya hadi oradan be!” anı yaşattı ve Josef Fares’e hayranlıkla karışık kaç kez küfrettiğimi bilmiyorum. Josef, eğer bu satırları okuyorsan şunu bilmeni isterim ki SEN KAFAYI YEMİŞSİN.
Özetle Split Fiction, sanatsal yönünü inanılmaz bir ustalıkla kotarırken ilerleyen aşamalarda mühendisliğiyle de göz dolduruyor ve bütün bunları saat gibi yaptığını gördükçe kendinizi hayran olmaktan alıkoyamıyorsunuz. Kesinlikle mükemmel bir oyun.”
İncelemeyi bitirmeden önce size şöyle güzel bir galeri hazırladım
“ABSOLUTE CINEMA”






İnceleme bitti ama keşke oyun bitmeseydi
Split Fiction, gerçekten muazzam bir iş. Kalitesi bir yana, hayal gücünün sınırları nasıl zorlanabilir bunu gösteriyor bizlere. Daha önce hiçbir oyunda görmediğim mekanikler ve bölüm dizaynları var. Her gördüğünüzde şok olacağınız şeyler içeriyor bu oyun. Hiçbir bölümü birbirini tekrar etmeyen mekanikleri ise size çok farklı bir oyun deneyimi yaşatacak. It Takes Two oynarken ne kadar eğlendiysem, Split Fiction bana aynı bütçesi gibi iki katını yaşattı. Bu oyun size gerçekten ama gerçekten çok farklı bir deneyim sunacak, sözüme güvenin. Teşekkürler Josef Fares. Bize gerçekten böyle bir deneyim yaşattığın için teşekkürler.
