Kim bilebilirdi ki? Assassin’s Creed Origins’te ana karakterimiz Bayek’i canlandıran Abubakar Salim, kendi oyun stüdyosunu kurmuş ve Electronic Arts yayıncılığı altında Bantu kültürünün mitlerinden ilham alan duygusal bir hikâye ile karşımıza çıkmış. Biz de bir süredir bu anlamlı macerayı deneyimliyorduk. O hâlde lafı daha fazla uzatmadan incelememize geçelim.
Tales of Kenzera: ZAU, oyun sektöründe pek yaygın olmayan bir tema üzerine kurulu ve bu fırsatı en iyi şekilde değerlendiriyor.
Tales of Kenzera: ZAU, Afrika’da yaşayan Bantuları ve onların kültürlerini konu alan bir oyun. Bence oyunun en ilgi çekici noktası da tam olarak bu. Çünkü bu kültür ve tema, bizim oyun dünyasında görmeye pek alışık olduğumuz bir şey değil. Aslında Ubisoft’un yeni Assassin’s Creed çizgisini çok beğenmemin bir sebebi de bu. Farklı kültürlerin antik dönemlerine ve mitlerine ışık tutuyorlar. Ben de bu konsepti çok seven bir oyuncu olarak, böyle işler görmek hoşuma gidiyor. Electronic Arts’ın yayıncılığını yaptığı, Surgent Studios’un geliştirdiği Tales of Kenzera: ZAU da tam bu tarz bir oyun. Bantu kültürünü ve daha önce oyun dünyasında pek görmediğim savaşçı şaman konseptini kullanıyor. Üstelik ben oyunun bu konuda çok başarılı olduğunu ve konu aldığı temayı şahane bir şekilde işlediğini düşünüyorum.
Tales of Kenzera: ZAU yapısal bütünlüğüyle birlikte gerçekten uyumlu ve zekice tasarlanmış bir oyun. Oynanış deneyiminizi baltalayan birkaç ufak tefek hatası ve bir tane de ciddi eksiği (bence) bulunsa da genel anlamda epey keyifli bir yolculuk sunuyor. Oynanış süresi de fazlasıyla yeterli ve dozunda bırakılmış. Yakın zamanda babasını kaybeden karakterimiz Zau’nun, babasının ruhunu geri almak için Ölüm Tanrısı ile pazarlık yaparak çıktığı yolculuğu konu alan oyun, zaman zaman duygusal açıdan da oyuncuyu çekebiliyor.
Tales of Kenzera: ZAU, özünde bir metroidvania oyunu fakat burada hikâyeye verilen ağırlığın yoğunluğu birazcık daha fazla ve oynanış dinamikleri neredeyse tamamen aksiyona dayalı diyebilirim. Neyse, oynanış tarafında bahsetmem gereken birçok detaylı şey var bu yüzden bunu sonraya bırakalım. Biz şimdilik oyunun temasından ilerlemeye devam edelim.
Oyunun sahip olduğu görselliğin şahane olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Kenzera’nın her bir biyomu oldukça etkileyici ve büyük bir özen ile tasarlanmış. Bence görsellik, Tales of Kenzera: ZAU’nun en kuvvetli olduğu noktalardan bir tanesi. Tabii ki oyunun kuvvetli olduğu tek yönü bu değil. Tales of Kenzera: ZAU’nun oynanış açısından da başarılı bir oyun olduğunu düşünüyorum. İlk etapta uyum sağlamak biraz tuhaf gelebiliyor fakat kısa sürede alışıyor ve epey akıcı bir deneyim ile karşılaşıyorsunuz.
Tales of Kenzera: ZAU, fazlasıyla severek oynadığım bir oyun olsa da bence kritik bir noktada eksiği var.
Tales of Kenzera, benim oynarken büyük keyif aldığım bir oyun oldu. Oyuna ilk girdiğimde gözüme çarpan ilk nokta, oyunun bize daha en başta çift zıplama, sıçrama ve kutu taşıma gibi birçok özelliği sunmasıydı. Evet, normal bir oyunda bunlar zaten hep karşımıza çıkan şeyler fakat bu metroidvania türünde tasarlanmış bir oyun ve böyle yetenekler ile başlamak metroidvania oyunlarında pek sık gördüğüm şeyler değil. Tüm bunlar benim için kesinlikle bir eksi değildi. Hatta farklı bir tercihti. Bu noktada benim kafamı kurcalamaya başlayan şey, oyunun bizim sonradan keşfetmek isteyeceğimiz noktaları veya keşif ödüllerini nasıl ayarlayacağını düşünmek oldu. Çünkü bana göre, bir metroidvania oyununun temelini oluşturan ana etkenlerden bir tanesi de içlerinde barındırdıkları tatmin edici keşif deneyimiydi.
Tales of Kenzera oynamaya başladığımda her yeri didik didik ederek ilerlemeyi tercih ettim. Ama oyunun beni keşif konusunda hayal kırıklığına uğrattığını söylemem gerekiyor. Tales of Kenzera için oluşturulan harita oldukça yeterli ve çeşitli ama bu haritanın kullanımı bence yeterli değil. Oyuncuya keşif hissini sunabilecek bir elemente sahip değil. Yani işin özü, bir metroidvania oyununda aradığım o temel hissi bulamadım. Evet, bazı keşif alanları tasarlamışlar fakat bunların ödülleri kesinlikle cazip edici değil ve bu konuda yeterince alan sağlanmamış. Yani aslında Tales of Kenzera deneyimimin çok büyük bir kısmında tamamen hikâye görevleri üzerinden ilerledim. Yan aktivitelere pek yanaşmadım. Oyun da benden bunu istemedi zaten.
Oynanış ve aksiyon tarafında fazlasıyla başarılı bir oyun olduğunu düşünüyorum.
Tales of Kenzera: ZAU’da bir şaman olduğumuzu zaten söylemiştim. Oyunun ana odağı, iki farklı oynanış stili üzerine kurulu. Karakterimiz Zau, hem Ay Maskesi hem de Güneş Maskesi kullanabiliyor. Ay Maskesi, biraz daha uzak dövüş üzerine kurulu ve düşmanlara uzun mesafeden hasar verebiliyor. Güneş Maskesi ise daha çok yakın dövüş üzerine kurulu ve hızlı yüksek hasarlar çıkarabiliyor. Tabii ki iş bununla da bitmiyor. Bu her iki maskeye zaafı olan düşmanlar ve engeller bulunuyor. Yani bir maske ile kullanabildiğiniz bir özellik, bir düşmanı veya önünüzdeki engeli aşmanın anahtarı olabiliyor. İşte oyunda ilerledikçe açtığımız özellikler de bu noktada öne çıkıyor. Evet, belki bu özellikler ile keşif kısmı dengelenmemiş fakat oynanış oldukça akıcı ve keyifli olduğu için bunu pek de hissetmemeye başlıyorsunuz. Çünkü oyunun motive edici bir ilerleyişi var ve hikâyesi merak ettiriyor.
Ben bazı alanlarda kayıt noktalarının yetersiz ayarlandığını düşünüyorum. Onun dışında oynanışımı baltalayan pek bir sorun ile karşılaşmadım. Ha tabii, ufak tefek bazı sinir bozucu etkenler yok değil. Mesela haritayı her açtıktan sonra karakterim kontrolleri algılamıyor. Analogda sağ sol şekilde ilerleterek düzeltebiliyorum ve bu neredeyse her seferinde oluyor. Tabii bunlar minik sorunlar ve muhtemelen oyun çıktığında çoktan çözülmüş olacaklar. Ben Tales of Kenzera’nın dinamik aksiyon sistemini ve düşmanlar ile olan etkileşimini beğendim. Bence bu konuda oldukça iddialı bir oyun. Eğlenceli de.
Son sözler
Tales of Kenzera: ZAU, genel deneyimim itibarıyla oldukça eğlendiğim ve keyif aldığım bir macera oldu. Bir metroidvania özelinde düşünüldüğünde eksik olduğu noktaları olsa da oyuna gösterilen özen ve tercih edilen tasarım dili doğrultusunda başarılı bir oyun olduğunu düşünüyorum. Şahane görselliği, ilgi çekici teması ve akıcı oynanışıyla tercih edebileceğiniz bir deneyim.
Hikâye açısından yeterli, yeri geldiğinde de duygulandırabilen bir yapıya sahip. DualSense desteği ise oldukça iyi. Kontrolcünün özelliklerinden yararlanmışlar. Ortalama hikâye süresinin de 8 ila 10 saat olduğunu söyleyebilirim. Oyunu tamamen bitirmek isteyenler için de yaklaşık 15 saatlik bir deneyim sunuyor. Eğer anlattıklarım ilginizi çektiyse bir şansı hak ediyor derim. İncelediğimiz diğer oyunlara göz atmak isterseniz Atarita’nın oyun incelemeleri sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.