Assassin’s Creed serisinin gölgesinde kalan Prince of Persia markasının geri dönüşü, herkesin tahmin ettiğinden de farklı oldu. Yıllardır Sands of the Time’nin remake versiyonunu beklerken, bir anda The Lost Crown gibi bir metroidvania çıktı ve oynayanları büyülemeyi başardı. Ubisoft, şimdi de The Rogue Prince of Persia‘yı Dead Cells geliştiricisi Evil Empire imzasıyla önümüze çıkararak aslında bu markanın istikameti hakkında da küçük ipuçları veriyor. Biz de bir süredir oyunun erken erişim versiyonunu oynuyoruz ve bugün, sizlere kendisinden biraz bahsedeceğiz. Öyleyse gelin, lafı hiç uzatmadan Ubisoft’un ve Evil Empire’nin yeni rogue-lite Prince of Persia oyunu nasıl olmuş? Birlikte göz atalım.
The Rogue Prince of Persia’nın tuzlu ve tatlı yönleri bulunuyor
Öncelikle hayatınızın belirli bir aşamasında Dead Cells oynamış ya da oynanış mekanikleri hakkında fikir sahibi olacak kadar içeriklerini tüketmişseniz, pek yabancılık çekmeyeceğinizi söyleyebilirim. Zira Evil Empire, yıllardır üzerinde çalıştıkları harika rogue-lite oyunundan kendisine çok güzel dersler çıkarmış ve bunu yeni oyunları üzerinde de özenle uygulamış. Dead Cells’te oyuncunun sevdiği elementleri tespit ederek, The Rogue Prince of Persia’da da bu elementlerin cazibesinden faydalanmışlar.
Ancak başlıkta da belirttiğim gibi, bu oyunun tatlı yönleri olduğu kadar tuzlu yönleri de bulunuyor.
Oynanış tarafında teknik ekipmanlar ile minik dokunuşlara ihtiyaç var
The Rogue Prince of Persia, aslında markanın eski oyunlarından tanıdık mekanikleri rogue-lite türüyle ve side-scroller oynanışıyla birleştiriyor. Örneğin zıplayarak yükselebildiğiniz ve bunun dışında sağa, sola ve altınıza doğru üç yöne hareket ettiğiniz yapıya yeni bir yön eklenmiş. Uygun yerlerde, Prens duvarlara tutunarak kısa süreliğine koşabiliyor. Bu sayede dikey yönde hareket sadece belli platformların üzerlerine atlayarak değil, arka planda duvar görünümlü her şeye tutunarak da sağlanabiliyor. Bu sayede oyunun bölümlerinde gezinmek ve ilerlemek oldukça keyifliydi.
Duvarda yürüme mekaniğinin dışında aslında temel mekanikler bildiğiniz gibi. Fakat bu oyunda dikkatimi çeken ilk şey çift zıplamanın bulunmamasıydı. Henüz oyunu bitiremediğim için ilerleyen bölümlerde açılıp açılmadığını bilmiyorum fakat duvarda yürüme mekaniği bulunduğu için tasarımsal olarak çifte zıplama devre dışı bırakıldıysa, ben buna çok üzülürdüm. Çünkü bu mekaniğin eksikliği nedeniyle bir platformdan zıplamadan düşmeniz durumunda, mevcuttaki zıplama hakkınız sıfır olarak kalıyor. Yani bir yerden zıplamanızı kullanmadan düştüyseniz, hakkınızı kaybetmiş oluyorsunuz. Bu da en azından benim oynama alışkanlıklarıma ters olduğu için yer yer çok zorladı ve hatta bazı turlarda en başa dönmeme sebep oldu.
Parkur mekanikleri bazen hatalı çalışabiliyor
Ana karakterimiz Prens duvarda yürüyebiliyor, dikey engelleri tırmanarak aşabiliyor ve köşelere geldiğinde kendisini çekerek bir platformun üzerine çıkabiliyor. Ancak bunları sizin istemediğiniz durumlarda da yapabiliyor veya yaparken kafası karışabiliyor. İşte bu durum, oyunun son derece akıcı olacak şekilde tasarlanmış parkur sistemini ve animasyonlarını bir anda gölgede bırakmaya yetiyor.
Örneğin, karakteriniz bir dikey yüzeye tutunduğunda kendiliğinden belirli bir mesafeyi tırmanmaya başlıyor. Bunun yerine, oyuncudan aldığı girdi kadar ilerlediği bir tırmanma sistemi kesinlikle harika olurdu. Çünkü bu şekilde, yüksek tempolu parkur sekanslarında durup “bu duvarın neresine atlasam tepesine yetişmeden düşmem?” hesabını yapmak çok zor. Bir kez düştükten sonra da panikle tırmanmaya çalışırken -genelde düştüğünüz yerde hasar veren diken, tuzak gibi şeyler bulunuyor- çok daha fazla hasar alabiliyorsunuz. Bu durum benim oyun zevkimi çoğu yerde baltaladı ve keyifle oynadığım oyunu sinirle kapatmama sebep oldu.
Alışkanlıklarımı birden çok kez zorlayarak tadımı kaçırdı
Dövüşler sırasında düşmanlara doğru atılabiliyor veya üstlerinden atlayarak saldırılardan korunabiliyorsunuz. Ancak belli başlı düşmanlar, sizin onların üstünde olduğunuzu sezdiği anda havaya doğru bir vuruş savuruyor. Bu sırada ister kaçının, ister sakının, gerekli girdiyi sağlamış olsanız bile hasar alıyorsunuz. Bu da sizi ucuz taktikler deneyerek belli başlı vuruşları, yetenekleri sürekli olarak kullanmaya telkin ediyor.
The Rogue Prince of Persia oynarken beni en çok rahatsız eden şey, oyundaki tüm I-Frame’lerin çok çok kısa olması. Bilmeyenler için kısaca bahsedeyim; I-Frame (Invincibility Frame) oyunlarda belli kaçınma hareketlerini yaptığınızda karakterinizin kaç kare boyunca hasar görmeyeceğini belirler. Bu oyunda çok sınırlı bir süre içerisinde hasar almaz oluyorsunuz ve bunu denk getirmek gerçekten çok zor. Üzerinize atılan oklara doğru atılarak kaçınma hareketini yaptığınızda da okun hasarından kendinizi sakınmanız imkansız oluyor.
Doğrusal olarak gelen saldırıların üzerinden atlayabilmemiz için duvarda yürüme mekaniği eklenmiş olsa da yine bir tasarımsal kararın sonucu olarak atılmanın etkinliği düşürüldüyse, buna da çok üzülürüm. Çünkü bu da tıpkı önceki şikâyetim gibi oyun oynama alışkanlığıma ters düştü ve benim için “eski köye yeni adet getiren” tatsızlıklardan birisi oldu.
- İlginizi Çekebilir: “Prince of Persia: The Lost Crown” İncelememiz
The Rogue Prince of Persia’nın tatlı yönleri
Erken erişim incelemesinin bu aşamasına kadar hep olumsuz eleştirilerden bahsettim. Şimdi ise oyunu gerçekten takdir ettiğim ve harika bulduğum yönlerini sizlerle paylaşma vakti geldi. The Rogue Prince of Persia oynarken durup ekrana öylece bakmak ve arkada çalan müziğin tadını çıkarmak istediğim çok fazla an oldu. Oyunun sanat tasarımını, animasyonlarını ve müziklerini gerçekten çok beğendim.
Müzikleri baştan çıkarıcı şekilde güzel
The Rogue Prince of Persia’nın müzikleri gerçekten harika olmuş. Ana menüde sizi büyülemeye başlayan ve her bölüm renk değiştiren müzikler, oyunu oynarken tempo tutmanızı sağladığı gibi sanatsal olarak da kulaklarınızdan geçerek beyninizi besliyor. Fars müziğinden esinlenilen ve modernleştirilen müzikler, geleneksel ritim ve tempoyu oyunun atmosferine o kadar güzel yediriyor ki oynarken başımı sallayarak bir çeşit “garip oyuncu dansı” sergilediğimi bile hatırlıyorum.
Franco-Belgian çizgi romanlarından esinlenen görsel tasarım lezzetli
Bize oldukça yabancı olan Franco-Belgian çizgi romanları, Fransa ve Belçika için birer kültürel hazine değeri taşıyor. Evil Empire de Fransa merkezli bir oyun stüdyosu olduğundan, bu kültürden esinlenmek için iyi bir fırsatı değerlendirmişler. Oyunun grafikleri ekran görüntüleri gibi durağan görsellerde, oynanış sırasında aktığından çok daha zayıf gözüküyor. Hiç oynamayan bir oyuncunun gözünden mağaza sayfasına girip yalnızca görsellere baktığımda ben de burada anlaşılmaz bir şeyin olduğunu düşünebilirdim. Ancak oyun içerisindeki akışı, hareketli sahneler esnasında çok güzel bir görüntünün ortaya çıkmasını sağlıyor.
Prens tam bir akrobat
Ana karakterimiz Prens, gerçek bir akrobat. En basit kaçınma veya sıçrama hareketlerini bile mümkün olduğunca estetik şekilde yaparak bir görsel şölen oluşturuyor. Assassin’s Creed oyunlarında parkur yaparken karakterinizin havalı görünmesi sizi mutlu ediyorsa, The Rogue Prince of Persia oynarken de aynı hazzı alabilirsiniz. Yazının başlarında bahsettiğim oynanış problemleri üzerine biraz gölge düşürse de genel anlamda oldukça güzel animasyonların sizi beklediğini söyleyebilirim.
Uzun lafın kısası
Velhasıl kelam The Rogue Prince of Persia, genel hatlarıyla keyifli bir deneyim için atılan ilk adım olmuş. Evil Empire, her fırsatta bu oyunu “oyuncularla birlikte geliştirmek için” erken erişim oyunu olarak çıkaracaklarını vurguluyor. Dolayısıyla, ben de bir oyuncu olarak kendi payımdan geri bildirimlerimi onlarla paylaşırken, sizlerle de oyun hakkındaki görüşlerimi paylaştım. Umarım bu içerik, fikir sahibi olmanız konusunda yardımcı olmuştur. Şimdilik benden bu kadar. Oyuna dair merak edebileceğiniz tüm detayları Steam mağaza sayfasında bulabilirsiniz. Bir başka incelemede daha görüşmek dileğiyle, sevgi ve oyun ile kalın.