Atarita sizin için inceledi! Editörlerimiz her oyun incelemesine saatlerce emek harcıyor ve bilmeniz gereken tüm detayları objektif şekilde ele alıyor. Nasıl yaptığımızı merak ediyorsanız inceleme politikamıza göz atabilirsiniz. |
Xenoblade Chronicles X: Definitive Edition’ın Nintendo Switch inceleme kopyası, Nintendo tarafından Atarita’ya gönderilmiştir.
Dayanabilene cevher.
Selamlar sevgili okurlar! Xenoblade Chronicles X: Definitive Edition incelememize hoş geldiniz! Wii U’da hapis kalmış bu oyunu ben de ilk defa Nintendo Switch’e gelişi ile beraber deneyebildim. Uzun zaman sonra da tekrardan bir JRPG incelemesi ile sizlerleyim. Gerçi bu seferki benim de gözümü korkutan bir oyun çünkü bu kadar da fazla Japon işi seviyor muyum onu sorgulamaya başladım artık… Çünkü bu oyun gerek “meka” konsepti, gerek hikayesini anlatma şekli ve gerekse animasyonları sağ olsun bana tam olarak şu cümleyi kurdurttu: “Ben bu kadar weeaboo değilim.”
Biraz sanki yavaş açılıyor. BİRAZ.
Xenoblade Chronicles X: Definitive Edition’ın detaylarına elbette yazımızın ilerleyen kısımlarında değineceğiz ama öncelikle gelin bir hikâye tarafını aradan çıkaralım. 2054 yılındayız ve bizim bildiğimiz dünyada taş üstünde taş kalmamış halde. Sebebi elbette bir savaş ama… Hazır olun, savaşı bizim insanlık yapmıyor. Ne? Evet evet, iki tane uzaylı ırkı savaşıyor ve savaş alanı olarak da Dünya’yı seçiyorlar. Sonrası malum, Fallout’u aratmayacak bir ortam kalıyor geriye. İnsanlar ise kocaman gemilere atlayıp canım gezegenimizi terk etmeye başlıyor.

Bizim gemimizin adı da White Whale ve takdir edersiniz ki uzaylılar buraya da saldırıyor. Böylece White Whale, Mira adındaki gezegene acil bir iniş -çakılış?- yapıyor. Ancak hala yaşam kapsüllerinin içinde hayatta kalan insanlar olduğu için yüzeydeki yeni kurulmuş New Los Angeles’ın BLADE adındaki askerleri bizi bulması için Elma’yı görevlendiriyor. Böylece ekibe yeniden dahil olunca hem geçmişimizi hatırlamaya başlayacağımız, hem de Mira gezegeninin tehlikelerini keşfe çıkacağımız bir yolculuğa çıkıyoruz.
Evet… Biraz fazla anime senaryosu gibi. Finale kadar da bu tempoda devam ediyor. Ben bu duruma ne kadar alışmış olduğumu sansam da, pekte eskisi gibi keyif alamadığımı fark ettim. Ama kaç senelik oyunu elbette buradan vuracak değilim kafayı yemedim. Yoksa bu tarz anlatımları sevenler için dinlemesi keyifli bir hikayeydi. Bu bilgiyi önden geçme sebebim yakın zamanda benzer işler oynadıysanız biraz ara verip dalmanız gerektiğindendir.

Öte yandan daha ciddi bir problem var ki… Bu oyun çok çok yavaş açılıyor. Red Dead Redemption 2’den bile daha yavaş hem de. Hani karlı kısım var ya, onun 10 saat falan sürdüğünü düşünün. İşin kötü yanı ara sahneler fazla sıkıcı. Ben Switch Lite ile oynadığım için zaten altyazıları zar zor görüyorum ekran boyutundan ötürü. Böyle uzun sahneler ve bolca okunacak diyalog olunca da işim daha da zorlaştı. v1-2 veya OLED’iniz yoksa (ki bence kesinlikle Docked Mod’da oynayın) gözleriniz için şimdiden saygılarımı sunuyorum!
Diyalogların sıkıcı olmalarının yanı sadece odaklanamamanız değil bu arada. Bazı sahneler cidden hiçbir şey anlatmıyor. Ortada olan durumu o kadar uzun, o kadar hiç bir yere bağlamadan anlatıyor ki, karakterlere “Susun artık!” diye bağırıp geçesiniz geliyor. He böyle zamanlarda diyalogları atlama seçeneği olur değil mi? Witcher’lardan, Bethesda oyunlarından veya Assassin’s Creed’lerden bilirsiniz. Sohbet tek tuşla ileri akar ve siz hızlı hızlı okuyup geçersiniz. İşte burada çoğu zaman onu yapamıyorsunuz. Bu arada Chapter 7’ye kadar dayanırsanız muhtemelen oyunu bırakmazsınız. Sebeplerini ise gelin bir konuşalım.
Uzun bir süre amelelik yap da öyle gel
Kem küm etmeden dümdüz yazıyorum, bu oyun çok fazla sabır istiyor çocuklar. İleride oynanışın ne kadar keyifli hale geldiği hakkında övgüler veya hikayenin gidişatının korkunçluğu hakkında meziyetler dizebilirim elbette. Ancak hepsinden önce göz ardı edemeyeceğim bir durum var; gerçekten oralara kadar kaç kişi gelebiliyor? Önümüzdeki paragrafta nedenini anlatacağım ancak hafif Spoiler’a gireceği için okumaktan kaçınmak isterseniz direkt diğer paragrafa geçebilirsiniz.

Şimdi Chapter 3’e ulaşana kadar zaten Mira gezegeninin tehlikeli açık dünyasında koş babam koş ilerleyip ulaştığımız şehir merkezi New Los Angeles’taki sıkıcı, bomboş NPC’lerin birbiriyle konuşmasına maruz kalmış bir savaş gazisi olarak, zaten baymış haldesiniz. Oyun da size nispet yapar gibi Skell adında dev mekaları tanıtıyor falan. Ona bineceğiz yani belli, açık dünyanın böyle geniş olmasının sebebi de bu. Ya kardeşim neden Chapter 7’ye kadar bekletiyorsunuz bunu? Yetmiyor bir de sınava giriyoruz ya bayağı GTA San Andreas uçuş okulu dersleri gibi. Bu nasıl bir tasarım tercihidir? Yaşlandıkça tahammülüm mü azalıyor artık acaba diye düşünsem de yok… Bunun doğru bir akış olduğunu kesinlikle düşünmüyorum.
Tamam ağırdan alalım bence böyle hissetmemin sebebi biraz da bu türde çok fazla oyun oynamış olmam. Bu hataları görünce tahammül seviyem sizlerden daha az olabiliyor. Ayrıca Xenoblade Chronicles 3 gibi bir şaheserden sonra buna düşmek de beni biraz üzmüş olabilir. Ama benim incelemeleri az çok biliyorsunuz, duygu birikimlerimi yüzünüze vurmasam ne anlamı kalırdı ki? O yüzden olumsuzlukları önden saymış olalım ve haydi gelin biraz işin övgü kısmına geçelim.
Bu dövüş sistemi kendine has ama eğlenceli!
Xenoblade serisi ilginç bir dövüş sistemine sahip. Düşmana kitlendiğiniz zaman karakteriniz saldırıları otomatik olarak yapıyor. Size de bu esnada; hareket edip gelen saldırılardan kaçınmak ve düşmana karşı çoğu zaman doğru zamanda doğru tuşa basmanızı talep eden özel saldırılar yapmak düşüyor. Striker, Enforcer ve Commando adında 3 tane sınıfımız var. İlerledikçe Tier’ler ve Arts adı altında yeni beceriler açılmakta ama pek de büyük değişimler olduğu söylenemez. Ben oyunu Striker ile oynadım ama diğer sınıfların oynanışlarını da gözlemlediğimde farklı silahlara göre farklı yetenekler seçip saldırmak dışında pek bir değişiklik gözlemleyemedim. Kağıt üzerinde “DPS, Tank ve Support” gibi gözükselerde, pratikte pekte gözle görülebilir bir fark etmiyorlar.

Bu noktada seviye atlayıp yeni eşyalar düşürmeniz de oldukça önemli. Aman aman acayip bir “Grind” zorunluluğu olmasa da, seviyenizi olabildiğince yukarı çekmenizi ben yine de öneririm. “Loot” kafasına da çok giremeyebilirsiniz çünkü sürekli yeni ve sizde olandan daha iyi eşyalar düşmüyor. Bundan ötürü görevler sonrası aldığınız ödüller sizin daha da işinize yarayacaktır. Zaten ana görevlerden çok yan görev yapıyorsunuz. Çünkü belli bir ana görevi açmak için yan görevler yapmanız gerekmekte. Alışageldiğimiz bir sistem olduğu için çokta detaya gerek yok. Klasik şu kadar uzaylı temizle, A noktasına git tarzında görevler işte.
Çevredeki yaratıklar ise tamamen rastgele dağılmış durumda. Bir bakmışsınız dişinizin kavuğuna uygun yaratıklar dururken, öbür yanda sizden on kat (şaka değil) daha üst seviyede yaratıklar olabiliyor. Bazılarına dokunmazsanız size zararları dokunmuyor ama “saldırganlık derecesi” tarafında iyi teyit etmenizde fayda var. Açıkçası partinizin yapay zekası güzel çalıştığı için oyundaki dövüşlerde pek zorlanmadım. Hatta Dragon Quest incelemesinde dediğim parti içindeki kişilerin önemsenmemesi durumunu burada hiç yaşamadım. Parti dinamiklerinin, sohbetlerinin keyifli olmasının yanı sıra Elma ablamız yolculuğumuzun kilit karakterlerinden biriydi ve yanımızda olduğu için minnettarım. Eklemeden geçmek istemedim.

Bir de işin asıl eğlenceli tarafı Skell kısmı var tabii. Oyun bu “meka” bineklere geçtiğimiz an da açılıyor desem pekte yalan sayılmaz! Hala bu kavuşmayı neden bu kadar uzattıklarına anlam veremesem de… Evet, kabul etmek gerek ki Mira’daki o upuzun mesafeleri uçarak geçmek ve eskiden devasa gözüken yaratıklarla başa baş dişe diş boy ölçüşebilmek inanılmaz bir güç gösterisi yapabilme imkanı sunuyor.
Switch’e göre hiçte fena olmayan bir iş çıkarmışlar
Bu yazıyı birkaç incelemedir başlık olarak kullanıyorum diye acaba bana kızıyor musunuz? N’apayım millet? Cihaz onuncu yaş gününü kutlayacak, 2 aya yenisi geliyor. Eskidi artık bu yadsınamaz bir gerçek. Ve Monolith Soft’un bu oyunu çalıştırabilmesi bile mucize gibi geliyor. İnceleme boyunca etrafa serpiştirdiğim manzara ve savaş görsellerini incelediyseniz zaten az çok fikriniz oluşmuştur. Konsoldaki en iyi gözüken oyunlardan biri ama tabii ki Nintendo düzgün bir kenar yumuşatma teknolojisi kullanmadığı için piksellerin birbirine karışması kaçınılmaz oluyor.

Müzikler ve ses tasarımı olarak ekibin çıkardığı işi beğendim. Sadece yukarıda bahsettiğim gibi diyalogların ruhsuzluğu elbette can sıkıcı. Ama Switch’te seslendirme yapılmış oyunları da pek göremediğimiz için valla sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. Bir de daha yeni oynadığım Assassin’s Creed Shadows gerçeği de -Alparslan’ın incelemesini kaçırmayın!- olunca valla bunu öp de başına koy Seyidcem. Teknik tarafta ise gözünüz yorulacak buna yapacak bir şey yok artık. 30fps çalışıyor ve savaşırken de fazlasıyla sırıtıyor da ne yapabilirsiniz ki? Elinizdeki ekipmanın sınırları belli. Zelda ve Mario oyunları bile yer yer 25fps’lere düşerken bunu bile başarmaları taktir edilesi.
Bi’ öyle bi’ böyle?
Garip bir inceleme oldu çünkü oyun beni o kadar ortada bıraktı ki. Bu oyun, Wii U döneminde muhtemelen düzgün JRPG hatta düzgün oyun çıkmadığı için oyuncular tarafından haddinden fazla el üstünde tutulmuş diye düşünüyorum. Wow kırıcı bir yorumdu. Toparlıyorum; biz Nintendo Switch’te öyle iyi JRPG’ler oynadık ki -buna serinin önceki oyunu Xenoblade Chronicles 3’te dahil- artık biraz sade oldu mu göze çok batıyor.

Ayrıca hikayesinin aşırı yavaş açılıp iyi bağlanmaması, keyifli oynanış mekaniklerini çok sonra sunması gibi durumlar da göz önünde bulundurulduğunda ne yazık ki benim “buna gelene kadar daha neler neler var” kategorime girmekten kaçamıyor. Xenoblade yine oynayın ama Chronicles üçlemesini oynayın. Xenoblade Chronicles X: Definitive Edition ise yoklukta ve JRPG/anime tarzı işlerden uzakta kaldığınız bir dönemde değerlendirmenizi öneririm. Bir sonraki incelemede görüşmek üzere hoşça kalın!
